Hükümet, emeklileri ve kamu çalışanlarını enflasyona karşı ezdirmemek için her yıl maaşlara enflasyon oranında zam yapıyor.
Peki, emekli ve çalışanlar niçin huzursuz, niçin bu maaş zamlarını yeterli bulmuyorlar?
Hayır, “hükümet maaşları düşük tutmak için TÜİK’e müdahale edip enflasyonu düşük tutuyor” iddiasını tekrarlamayacağım, konu daha derin ve daha çetrefil.
Veri analizi bize, son yıllarda, kurlardaki artış oranları, TÜFE’den yani enflasyondan daha yüksek olduğu için satın alma gücünde önemli düşüşler oluştuğunu gösteriyor.
[Veriler TÜİK ve TCMB: 2018 Enflasyon %20,30 ve Kur %39,94; 2019 E %11,84 ve K %12,47; 2020 E %14,60 ve K %23,93; 2021 (ilk altı ay) E %8,45 ve K %17,77]
Parantez içindeki rakamların anlamı: Bileşik olarak, TÜFE %67,21 oranında artmışken kurlar %129,62 oranında artmış.
Tüketilen sanayi ürünleri içinde ithal olanların payı üçte iki olduğunda, satın alma gücünde düşüş mutlak ve kaçınılmaz olmaktadır.
ÖLÇELİM BİÇELİM
Doğrusu bu konuda yazılmış makalelerde, atıf yaparak katılacağım hiçbir çalışma olmadığı için kendi bakış açımı sunacağım.
Türkiye’nin son beş yıllık sanayi ürünleri ithalat ortalaması 226 M $’dır. Bizim imalat sanayinin katma değeri de 144 M $.
Böylece tüketebileceğimiz ve ihraç edebileceğimiz sanayi ürünleri toplamı 370 M $ ediyor.
Bu 370 M $’lık sanayi ürününün 140 M $’lık kısmını ihraç ediyor ve 230 M $’lık kısmını da yurtiçinde tüketiyoruz.
[Aslında sanayi ürünleri ihracatı, satış fiyatlarıyla 153 M $’dır. (Fakat 370 M $ maliyet fiyatı olduğu için yapılan ihracattaki, tahmini, 13 M $ ihracatçı kârını düştüm)]
Soru: İhraç edilen sanayi ürünleri içindeki ithalatın payı yüz kaçtır?
Ben %54 buldum. Fakat yine de şimdiye kadar okuduğum hiçbir makalede bu orana yaklaşılamadığı için bulgumu küçültüyor ve %50 varsayıyorum: 70 M $.
Yani ithal edilen 226 milyar dolarlık sanayi ürününün 70 milyar dolarlık kısmını işleyip yurt dışına ihraç ediyoruz. Bakiyesi (226 – 70 =) 156 M $’lık kısmını da yurt içinde tüketiyoruz.
İhracatı düştüğümüzde, geriye kalan bütün sanayi ürünlerini iç piyasada tüketeceğiz, demektir.
Yani (370 – 140 =) 230 M $’ı.
Böylece yurtiçinde tüketeceğimiz 230 M $ sanayi ürününün 156 m $’lık kısmının ithal ve 74 M $’lık kısmının yerli olduğunu tespit etmiş olduk.
İthal ürün payı (156/230 =) %67,8 ve yerli ürün payı (74/230 =) %32,17.
Temel Çıkarım: Yurtiçinde tüketilen her 100 birim sanayi ürününün %67,8’i ithal ve sadece %32,2’si yerli üretimdir.
İthal ürünlerin fiyatı döviz ve döviz kurlarındaki artış oranı, enflasyondan daha yüksek olduğu için satın alma gücü düşer.
Bazı arkadaşlar ithal edilen ara malların bir kısmının tarımsal ürün üretiminde kullanıldığını öne sürebilir, haklıdırlar; fakat bu makalede, bu kadar rakam yeter diyorum.
Türkiye’de her yıl değeri “en fazla” 50 M $ olabilen tarımsal ürün üretilmektedir. Yani kişi başına 600 $’lık mal üretebiliyoruz, hepsi bu. Gelecekte bu konuyu irdeleyeceğiz.
SONUÇ
Bu köşedeki yazılarda ve Karar TV’de, Türkiye’nin mevcut yüksek dış borçları (450 M $) ve bu borçlara ödenen fahiş faizlerin (yıllık 22 M $) çok yüksek olduğunu ve kırılgan ekonominin bu riskleri uzun süre sürdüremeyeceğini göstermeye çalışıyorum.
Borç ve türevlerinin oluşturduğu kırılganlıkların temelinde de, yurtiçi sanayi malları üretim yetersizliği yatıyor.
Tüketilen sanayi ürünleri içindeki ithal ürünler payının üçte iki, yurt içi imalat payının da üçte bir olması, yani üretimin yetersiz olması, a) dış borçların, b) cari açığın, c) enflasyonun, d) yüksek faizlerin ve e) işsizliğin en önemli sebebidir.
2003 - 2016 döneminde yurtdışından gelen sıcak paranın etkisiyle TL değerlenmiş böylece yurtdışında üretilen ithal ürünler göreli olarak ucuzlamıştı. Şimdi de TL aşırı değer kaybetme sürecine girdiği için ithal ürünlerin fiyatı çok yükselmiş.
Olgunun temelinde, imalat sanayine verilen teşviklerin tavsaması ve sanayicilerin ithalatçıya dönüşmesi yatıyor.
Tüketim alışkanlıkları da bağımlılık oluşturur.
Satın alma gücünün her geçen gün biraz daha azalması sonucunda yaşanacak hayal kırıklıkları, siyasal alanda, büyük değişimlerin başlangıcı olabilir.