Artık biliyoruz. TCMB’nin faiz kararlarının, birincil “örtük amacı” yurt dışından Türkiye’ye fon çekmektir; bu amacı hiç unutmuyor. Unutamaz.
Fiyat istikrarı da finansal istikrar da aynı örtük amacın adeta bir alt kümesi.
Uluslararası fon yöneticilerinin baktığı en önemli veri, gittikleri ülkenin, döviz rezervlerinin dış borçlara oranıdır.
Döviz rezervleri yeterli olmayan ve sürekli cari açık veren bir ülke, finansal yatırımcılar için tehlikeli bir piyasadır; paranın selameti için uzak durulması gerekiyor.
Bu tip ülkeleri yatırımcılara duyurmak için FITCH, S&P ve Moody’s gibi şirketler kurulmuş. Nitekim yayınladıkları raporlarda Türkiye’den uzak durulması gerektiğini ve Türkiye’ye verilmiş borçların “çöp” niteliğinde olduğunu apaçık bir şekilde ifade etmişlerdir.
Bu bilgiye rağmen uluslararası fonlar niçin Türkiye’ye geliyor?
Çünkü getiri bakımından, Türkiye vaatkar ve verimli bir pazar. İlaveten bugünlerde ekonomi yönetimi sadece enflasyonu düşürmeyi değil, TCMB’nin döviz rezervlerini de güçlendirmeyi vadediyor.
Döviz Rezervi nedir?
Döviz Rezervi: Alınan dış borçların harcanmamış kısmıdır. Örnekle anlatalım: Türkiye’nin bugünlerde, bakkal hesabı 450 milyar dolar dış borcu var. Alınan borcun 99 milyar doları harcanmamış. Bunun 75 milyar dolarlık kısmı TCMB’de ve 24 milyar doları da bankalarda duruyor.
Harcanmamış derken yurtdışından yapılan alımlarda kullanılmamış demek istiyoruz. Yoksa iç pazarda, gerçek ve tüzel kişilerin birbirlerinden döviz alması veya satması kastedilmemektedir.
Bankalarda var olan 7 Milyar dolar nakit ve 17 milyar dolar yurtdışı bankalardaki meblağlar, onların, günlük işlerine ancak yettiği için genellikle rezerv hesabına eklenmezler; geriye TCMB’deki 75* milyar dolar kalıyor.
(*Rezerv hesabı yapılırken Katar ve Çin’in nezdimizdeki swapları da hesaba eklenir rezervler 92 milyar dolar olarak açıklanır. Doğrusu 92 milyar dolardır gerçeği 75 milyar dolar. Tuhaf bir cümle oldu fakat anlaşıldığımı umarım)
Türkiye’den alacaklı olan veya borç verme niyetinde olanlar bu tutarı çok az buluyorlar. Onların standardına göre rezervler, alınan borçların en az “üçte bir”i kadar olmalıdır. Yani 150 milyar dolar. Var olan 92 milyar dolar, yani “üçte bir değil, beşte bir.”
İşte Türkiye, rezervlerimi artıracağım derken kastettiği bu 92 milyar doların artırılmasıdır.
Rezervler yüksek olmalı ki yabancılar çıkmak isteyince yeterli miktarda döviz olsun ve çıkış döneminde kurlar sıçramasın. Bugünlerde Amerika’da enflasyonun ardından, faizlerin de artma ihtimali güçlendiği için yabancılarda soru işaretleri büyüyor.
Büyüyor fakat Türkiye’ye gelen paraların kâr projeksiyonu döviz bazında, yıllık %6 ile %20 arasında değişiyor.
Yabancı yatırımcıların yerinde siz olsanız bu kârlar uğruna Türkiye’ye gelmez misiniz? Üstelik TCMB söz üstüne söz veriyor ve verdiği sözleri tutuyor.
Peki, TCMB PPK üyesi olsanız ne yaparsınız?
TCMB’nin tek bir seçeneği var: Faiz artırmak.
Fakat ikinci soru daha zor: Ne kadar artırmalı? Ya yabancıların aklında hiçbir soru işareti bırakmayacak kadar güçlü bir artırım mesela 200 puan ya da tahminler kadar: 100 puan.
Hiç yapmasa olmaz mı? Olur, niçin olmasın fakat kurlar sıçrar ve gelme ihtimali olan paralar gelmez, gelenlerin bir kısmı da geri dönebilir.
Dünyanın neredeyse her ülkesinde faiz artırmak enflasyonu düşürmenin bir işlevi olarak ele alınır; fakat gördüğünüz gibi, neredeyse yazı bitecek, buna rağmen enflasyon ve faiz arasında neredeyse hiç ilişki kurmadım. Niçin?
ENFLASYONU ARTIRICI RİSKLERDE BİR AZALIŞ YOK
Döviz kurları belirli ölçülerde düşmesine rağmen, geçmiş dönemden gelen birikimli maliyetler düşmüyor. Bunu ÜFE üretici fiyat endeksinden de takip edebiliyoruz
Emtia fiyatlarındaki gelişmeler bu durumu teyit ediyor: Plastik hammadde fiyatlarında % 100; inşaat demirinde %71, bakırda %53, buğdayda %25, pamukta %38, petrolde %60 artış var.
100 puanlık faiz artışı ile diğer gösterge ve gelişmeleri bir arada düşündüğümüzde, yılsonunda, enflasyonun %9,4’e düşmesi neredeyse imkânsız; benim tahminim %13 civarında dolaşıyor.