Türkiye’nin ekonomik anlamda yaşadığı bütün zorlukların temelinde yüksek dış ticaret açığı vardır.
Önceki yazılarımda, dış ticaret açıklarının, Türkiye’yi akranları arasında nasıl en kırılgan ülke yaptığını verilere dayalı olarak anlattım.
Bunu söylerken, karmaşık ve pek çok bileşeni olan bir olguyu tek bir etmene indirgediğimin farkındayım. Elbette tek bir olgu her şeyi tam ve eksiksiz açıklayamaz. Bu kusura rağmen tek bir veriyi odak alarak anlaşılır bir anlatı oluşturmanın sağlayabileceği kolaylıktan yararlanmaya devam etmek istiyorum.
Ne oldu da dış ticaret açığı vermeyi abarttık? Cevabı basit ve kısa: Çünkü kurlar çok düşüktü. Yani TL çok değerliydi. Yani içeride ürettiğimiz ürünler uluslararası piyasalara pahalı gelirken; dışarıda üretilenler, iç pazarımızda bize ucuz geliyordu; 2018 Haziran ayına kadar.
Bu değerli TL sayesinde toplumda zenginleşme yanılsaması yaşandığını düşünüyorum.
Ak Parti döneminde araç sayısı yaklaşık olarak on beş milyon adet artarak 23 milyon âdete çıkmış. Ortalama fabrika satış fiyatı 10.000 $ olsa, 150 milyar dolarlık araç satın almışız ve bunun %80’i ithal. Bu araçlar için, 17 yıllık dönemde yakıt ve yedek parça sarfiyatı olarak, yıllık ortalama 15 milyar dolar civarında ithalat yapılmış olabilir.
Şimdiye kadar ithal ettiğimiz 200 milyon cep telefonuna en az 25 milyar dolar ödemişiz.
Ak parti döneminde neredeyse her eve kombi ve sıcak su girdi, hayatın kalitesi arttı.
Enerjide görüldüğü gibi pek çok aramalı yurt içinde tüketim mallarına dönüştüğü için, tüketimde dışarıya bağımlılığın derecesini tam ölçemiyoruz.
Sadece bu tüketim ürünlerini ölçülü tüketseydik, misal, ithal ettiğimiz araç sayısını az tutabilseydik, bugün dış borcumuz en az 150 milyar dolar daha az olabilirdi.
Sanırım konu anlaşılmıştır: Hep beraber ithal ettik ve hep beraber tükettik. Türk toplumu, sanıldığının ötesinde, hak etmediği bir tüketim toplumuna dönüşmüş durumda.
Bu dönemde Toplumun her kesiminden insanların iştirak ettiği müşterek bir kusur oluşmuştur. Bu kusuru giderecek çare olan ihracat da düşük kur sebebiyle yeterince gelişememiştir.
“Hükümet gerekli tedbirleri alsaydı” “bu onun görevidir” denebilir. Doğrusu aldı. Otomobillere %160’a kadar ÖTV koydu. Akıllı telefonlara %80’i aşan vergiler ihdas etti. 7 liralık benzinin neredeyse 4 lirası vergi. Yine de değerli TL ve ardından gelen devasa ithalatın sağladığı muazzam vergi gelirler hükümetleri rehavete sürükledi ve sert tedbirler almaktan alıkoydu. Yine de her hal ve şart altında kusurun büyüğü hükümetlerindir.
Düşük kurun en büyük zararı imalat sektörüne olmuştur. İmalat sektöründe canla başla çalışan firmalar, kamunun cömert teşviklerine rağmen, şirketlerinin bekasını sağlayacak miktarda fon biriktiremediğinden, büyümelerini borç alarak sağlamışlardır.
2003-2018 yılları arasında değerli TL yüzünden verdiğimiz bir trilyon dolar dış ticaret açığını kapatmak için turizmden kazandığımız 300 milyar doları, doğrudan yatırımla gelen 200 milyar doları ve diğer hizmet gelirimiz olan 50 milyar dolarla kapatmaya çalıştık. Yetmedi. Bakiyesi olan 450 milyar $’ı da borçlandık. Bütün olumsuzlukların temel etkeni dış ticaret açığı; bunun da sebebi düşük döviz kuru, yani değerli TL’dir.
Sayın Berat Albayrak 2018 Eylül ayında açıkladığı Yeni Ekonomi Programı YEP’te 2019 yılında %3,3 ya da 26 Milyar dolar cari açık öngörüsünde bulunmuştu. Bu öngörüde dış ticaret açığı da 62 milyar dolardı.
Gerçekleşmelere baktığımızda dış ticaret açığının 62 değil 27 milyar dolar gerçekleştiğini görüyoruz. Cari oran da 26 milyar dolar açık vermedi tam tersine 4,5 milyar dolar fazla verdi. Yılsonu rakamlarının da bu seviyede olacağı tahmin ediliyor.
Eğer bugün ekonomide kısmi bir dengelenme sağlandıysa cari fazla sayesindedir.
Bu başarı da hükümetin değil “DOĞRU FİYAT”ın başarısıdır.
Et Tekraru Ahsen Velev Kene Yüz Seksen: Ekonomimizdeki dengesizliklerin kaynağında yüksek dış ticaret açığı vardır. Ya da dış ticaret açığı bütün kötülüklerin anasıdır.