Ben Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine (CHS) ilk günden beri karşı çıktım.
Gerekçelerim ve karşı çıktığım olumsuz olguların neredeyse tamamı benim tahminlerimi de aşan ölçülerde gerçekleşti.
CHS’nin iptal edilip, önceki dönemden daha ileri ve güçlendirilmiş bir parlamenter sistem kurulmasını destekliyor ve diliyorum.
CHS ilga edilip parlamenter sisteme geçilirse, kimsenin kimseyi ezemeyeceği ve iktidarların yaygın, etkin ve kapsayıcı pek çok mekanizmayla denetleneceğine inanıyorum.
İlaveten.
Parlamenter Sistemin sadece mevcut partilerin değil, Ak Parti’nin de yararına olacağına inanıyorum.
Bu inancımdan dolayı, seçimin Altılı Masa adayı tarafından kazanılması durumunda, Ak Parti’nin, parlamenter sisteme geçilmesi için diğer bütün partilerden daha iştahlı bir şekilde çalışacağına eminim.
Yani sistem değişikliği süreci, bir bakıma “geçiş süreci” kesin ve kısa süreli olacaktır.
Bu değerlendirme bağlamında ve seçimin, “Altılı Masa’nın Göstereceği Aday” tarafından kazanılması durumunda, belki de “süresi iki yılı geçmeyecek bir geçiş süreci” yaşanacağını tahmin ediyorum.
Geçiş döneminin ardından da hızla, kıran kırana geçecek güçlendirilmiş parlamenter sistemin ilk seçimine gidileceğine inanıyorum.
Yani önümüzdeki ilk seçimde seçilecek Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıl değil, büyük bir ihtimalle daha kısa olacak; kimbilir belki de geçiş süreci bir iki yıl içinde tamamlanacak ve seçilmiş geçiş süreci dönemi Cumhurbaşkanının görev süresi de iki yıl olacak.
Altılı Masa ve CHP’nin şimdiye kadar bize anlattıklarından elde edilebilecek toplam çıkarım budur.
DEVLET KUŞU KİMİN BAŞINA KONACAK
Merhum Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Kadir Topbaş’ın haysiyetine saldırılarak işten el çektirilmesini, İstanbul halkı hiç unutmadı ve zamanı gelince Ak Partiyi cezalandırdı.
Ak Parti’nin Sayın İmamoğlu’nu azlederek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına el koymaya çalışacağı sürekli dillendiriliyordu fakat kimse buna inanmıyordu; beklenen oldu ve mahkeme Sayın İmamoğlu’nu siyasi yasaklı hale getirecek bir karar verdi. Böylece, azletme süreci tetiklendi.
Fakat bu karar ters tepti ve Sayın İmamoğlu’nun şanına şan kattı.
Bu olay CHP kamuoyunun heyecanını çok artırdı.
Çünkü bu mağduriyetin ters tepeceğine ve onlara yarar sağlayacağına eminler.
Tarihin ve talihin, bu defa onlardan yana döndüğünü ve hasretini çektikleri Cumhurbaşkanlığı makamına ulaşacaklarına adeta iman ediyorlar.
Fakat “Cumhurbaşkanlığı Tacını” kimin başına takacaklarına karar veremiyorlar.
Yani “Devlet Kuşu” ya da “Talih Kuşu”nun, en çok kimin kafasına daha çok yakışacağıyla ilgili tereddütleri var.
Bir gün bunu Sayın Yavaş’a, ertesi gün Sayın Kılıçdaroğlu’na ve geçen hafta da Sayın İmamoğlu’na layık gördüler.
Henüz kazanılmamış bir savaşın ganimeti olan cumhurbaşkanlığı makamını, kimin alacağıyla ilgili, adeta bir ön savaş yaşanıyor.
Onlar bu coşkuyu yaşarken, mütereddit Ak Partililer ve Ülkücülerin kafasındaki soru işaretlerinin büyüdüğünün farkında olamıyorlar; doğrusu, bu olgu, bu aralar hiç de umurlarında değil gibi davranıyorlar.
Bu fazla öznelleşmiş psikolojinin, toplumun diğer kesimlerini, bilhassa Altılı Masa bileşenlerini rahatsız ettiği kesin fakat CHP kamuoyu bu aralar gözü hiçbir şeyi görmüyor.
CHS’ni değiştirecek bir fırsatın heba edilme sürecine girildiğini görüp rahatsız olduğum için bu siyasi yazıyı yazıyorum, yoksa arkadaşlarımın “başka bir ülkede yaşıyor gibi siyasi gündemden kopuk ekonomi yazıları yazıyorsun” eleştirilerine aldırış etmeden ekonomi ve finansla ilgili yazmaya devam edecektim.
****************************************************************************
Devam edelim.
Peki, bu “Devlet Kuşu” kimin başına konarsa tam isabet olur?
Sayın İmamoğlu’nun Cumhurbaşkanı olmak için niçin ısrar ettiğini anlamış değilim. Çünkü hem partisi CHP hem de genel başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu aday olmasını istemiyor.
Buna rağmen Sayın İmamoğlu’nun adaylıktan vazgeçmemesi, Onun, demokratik parlamenter sisteme geçileceğine inanmadığına mı yormak lazım, emin olamadım.
Çünkü Cumhurbaşkanı seçilecek kişi, seçime girmeden evvel “parlamenter bir sistemin Cumhurbaşkanı gibi davranacağını peşinen kabul ve taahhüt etmesi gerekiyor.”
Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, bu olguyu, mağdur bir vatandaştan ödünç aldığı bir kavramla, veciz bir şekilde “bize kral değil kural lazım” olarak ifade ediyor.
Yani hem partisi ve lideri istemiyor, hem de geçiş dönemi cumhurbaşkanlığı görevi, Büyükşehir Belediye Başkanlığından daha işlevsel bir görev değil.
Hâlbuki Sayın İmamoğlu Büyükşehir Belediye Başkanı olarak kalsa; Sayın Kılıçdaroğlu sonrası dönem için “genel başkanlık” ve belki de, Sayın Meral Akşener’le anlaşarak “münavebeli Başbakanlık şansı”na kavuşacak.
“Geçiş Dönemi Cumhurbaşkanı”nın sahip olması gereken aşağıdaki temel şartlar, Sayın İmamoğlu’nun “geçiş dönemi” için doğru bir tercih olmadığını gösteriyor.
Sayın Mansur Yavaş’ın niçin Cumhurbaşkanı olmaması gerektiğine dair Mayıs ayında yazdığım “Mansur Yavaş Başkan Türkiye Şampiyon” köşe yazısının da okunmasını öneriyorum.
Eğer aday olarak gözükmeleri, bir parti politikası değilse, derhal, cumhurbaşkanı adayı olmayacaklarını açıklamaları isabetli olacaktır.
Peki, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, “geçiş dönemi cumhurbaşkanı” olabilir mi, böyle bir dönemi yönetebilir mi?
Evet.
Hem de çok iyi yönetebilir.
O zaman, “Altılı Masa”nın adayı Sayın Kılıçdaroğlu mu olmalıdır?
Hayır.
Niçin?
Çünkü seçilme ihtimali çok zayıftır.
Maalesef, kim ne derse desin, Türk Toplumu, “WASP kılçığı” alınmış Amerikan toplumu değil. Ayırımcılık ve ötekileştirme temayülleri güçlü bir toplumdur.
Ayırımcılık ve ötekileştiricilik hastalıklarının tedavisine bazen asırlar yetmez.
Tek bir kişiyle tanışmadan ve şahsen bir zarar görmeden, Suriye’lilerden korkan veya nefret eden milyonlarca insanın yaşadığı bir ülke burası.
Ötesini söylemeye gerek yok.
İyi Parti’nin Sayın Yavaş ve Sayın İmamoğlu’nun adaylıklarına değil de Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığına itiraz etmesinin temelinde, teşkilatlarından gelen sert itirazların olduğunu biliyorum.
NİÇİN CHP’Lİ ADAY
Doğrusu “Altılı Masa”nın “geçiş dönemi Cumhurbaşkanı adayı” olarak sadece adı geçen bu üç CHP’linin sürekli gündemde tutulmasını hiç anlamış değilim.
Bir CHP’linin aday olmaması gerektiğine dair gerekçelerimi, matematiğiyle birlikte Ekim ayında yazmıştım: “Ya Kılıçdaroğlu aday olacak ya da altılı masa dağılacak”
Bu yazımın CHP’liler tarafından, kızgınlıkla değil fakat ihtimamla değerlendirilmesini diliyorum.
Çünkü sağcı diyebileceğimiz bütün partilerin ortak paydası CHP aleyhtarlığıdır.
CHP ve CHP’nin halefi ve devamı addedilebilecek partilerin aldığı oyları serinkanlılıkla tekrar değerlendirelim.
1983 – 1999 tarihleri arasında yapılan bütün seçimlerde CHP dâhil sol %30 ila %33 arasında oy almıştır.
HDP ve HDP’nin selefi olan hareketler güçlendikçe CHP dâhil Sol, seçimlerde başarılı olamamıştır.
2002 – 2018 döneminde yapılan bütün genel seçimlerde CHP dâhil Sol, %22 ila %26 arasında oy almışlardır.
Öte yandan son kırk yıllık dönemde sağcı partiler %60 ila %70 arasında oy almışlardır.
Sayın Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde %30,60 oy alması da CHP’nin bir başarısı değil, stratejik davranan HDP ve İYİ parti seçmenlerinin tercihidir.
Bu seçimde CHP %22,60 oy almıştı. Sayın Akşener %7,29 fakat İyi Parti %9,96 ve Sayın Demirtaş %8,40 fakat HDP %11,70.
Bu sosyolojiden CHP’li bir Cumhurbaşkanı çıkarmak mucize olur.
Sayın Devlet Bahçeli ve Sayın Cumhurbaşkanımızın ısrarla, CHP’li bir adayla hatta mümkünse saf ve katıksız bir CHP’li olan Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’yla yarışmak istemelerinin temelinde bu hakikat yatıyor.
Saygıdeğer CHP’lilerin “bu defa farklı” dememelerini diliyorum. Soğukkanlılıkla ve sükûnetle konuyu enine boyuna ve ihtimamla bir daha düşünmelerini umudunu taşıyorum.
Ben son bir yıldır yayınlanan kamuoyu araştırma şirketlerinin verilerine ihtiyatla yaklaşılmasından yanayım. Çünkü sağlıklı bir “anket kitlesi” oluşturmanın bütün handikaplarının aşılamayacağına inanıyorum.
Çünkü anket kitlelerinde bulunması gereken fakat olmayan pek çok zümre vardır. Mesela kamuda çalışanlar ile kamuda çalışanların akraba ve çevreleri; kamuya ürün ve hizmet satanlar ile bunların akraba ve çevreleri vs. vs.
Endişeli zümrelerin anket kitlelerine katılması büyük cesaret ister. Korkusuzca anket kitlelerine dâhil olanlar ya hükümetin kesin destekçileri ya da kesin muhalifleridir; diğer katılanları da, kamunun ne yapacağını umursamayanlar olarak tanımlıyorum.
Yani ortada oyunun rengini belli etmek istemeyen en az %25’lik bir kitle var. Açıkçası anekdotal izlenimlerim de bu oranın en az bu kadar olabileceği kanaati oluşturuyor.
Türkiye, son kırk yılda inanılması çok güç bin bir musibetle karşılaştı. Ekonomik ve sosyal olarak değişim yaşadığı da kesindir; değişmeyen tek şey futbol takımlarının taraftar oranı ile geleneksel sağ sol seçmen oranlarıdır.
Peki, kim olsun istiyorum?
Sözü yarım bırakmayacağım ve fikirlerimi en ince ayrıntısına kadar anlatacağım.
Kurulması istenen sistem, hukukun üstünlüğüne dayalı parlamenter demokratik bir sistemdir. Yani Cumhurbaşkanının, Fahri Korutürk ve Cevdet Sunay’ın sahip olduğu kadar az ve sembolik yetkilere sahip olduğu bir sistem.
Yani bugünkü Cumhurbaşkanının yürütme yetkilerinin, bir başbakanın başkanlık ettiği bakanlar kurulunda olduğu bir sistem.
Sadece seçildikten sonra değil, seçilmeden evvel de, demokrat kişiliği ve hukukun üstünlüğüne inancı bakımından hem “Altılı Masa” hem de HDP kamuoyunun güvenine mazhar olan bir şahsiyet olmasını dilediğim, seçilecek, Cumhurbaşkanından ne beklememiz gerekiyor?
Madde madde sayalım.
1)Yeni bir düzeni kurmaya yetecek kadar devlet ve siyaset tecrübesi olmalı.
2)”Altılı Masa”nın yeni bir düzen kurarken, ihtilaf yaşama ihtimali yüksektir ve her ihtilafı kendi aralarında çözmeleri de kolay değildir. Altılı Masa’nın kendi arasında sorun çözemediği durumlarda, adil bir hakem gibi davranabilecek yetkin bir şahsiyet olmalı.
3) Her bakımdan “Altılı Masa” üyeleri arasında var olan birlikteliğin devamı için bütünleştirici bir zamk gibi davranacak bir kişi olmalı.
4)Seçimin kazanılması durumunda; bütün bürokratik kadroların, seçilmiş Cumhurbaşkanının emrine girmekte şeksiz ve şüphesiz davranacağı, saygıdeğer ve bir kişi olmalı.
Yönetimin devir teslimini, kırmadan dökmeden tamamlayacağına inanılan, devletin tanıdığı biri olmalı.
5)Seçimden sonra, görev süresi ne kadar sürerse sürsün, parlamenter sisteme geçilmiş gibi davranması; yani hukuken bütün yürütme yetkileri kendisinde olmasına rağmen, bu yetkilerinin tamamını, tekrar ediyorum tamamını, fiilen, “Altılı Masa”ya devredeceğine inanılan bir şahsiyet olmalı.
Bu kişi kim olabilir?
Benim aklımda Sayın Abdullah Gül vardı. Fakat Fehmi Koru Beyin söylediğine göre “ne kendisine böyle bir teklif gelmiş ne de teklif gelsin diye çabalıyormuş.”
Yukarıda, hem CHP kamuoyunun duygularını hem de aday olarak seçilecek kişinin razı olacağı durumlara bakacak olursak, geçmişte Dışişleri Bakanlığı, Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı yapmış bir kişinin, kurduğu partiye muhalefet ederek ve hatta mücadele ederek seçilmeye çalışacağına ben de ihtimal vermiyorum.
Doğrusu istemediği için Sayın Abdullah Gül’ü anlıyor ve hak veriyorum.
Başka kim olabilir?
Elbette aklımdan muhtelif şahsiyetlerin ismi geçiyor fakat burada isimlerini yazarsam aleyhlerine olabilir.
Altılı Masa’daki hiçbir partinin mensubu değilsem de, kategorik olarak, altılı masanın sağcı partileri benim vekilim sayılırlar. Onların kerhen razı olacağı değil fakat benimseyeceği bir adayın seçimi kazanacağına eminim.
Altılı Masa varsa hakkaniyete dayalı bir sistem kurmak için “umut” var demektir.