Önceki yazımızda özet bir bilanço ve gelir tablosu sunmuştum. Şirketlerimizin bir kısmının zaten battığı, diğer bir kısmının da desteklenerek yaşatılabileceği ve çok büyük çoğunluğunun da ülkeyi kurtaracak kadar güçlü olduğunu genel olarak söyleyebilirim. Şimdilik tablolar analizini kısaca tamamlayayım. Bilançonun öz kaynak kalemlerinin detayına baktığımızda, anlıyoruz ki, toplulaştırılan firmalar ikiye ayrılıyor. 2017’de firmaların bir kısmı 300 milyar TL net kar elde ederken, diğer bir kısmı da 124 milyar TL zarar etmiş.
Yine firmaların bir kısmı geçmiş yıllarda elde ettikleri karın 499 milyar TL’lik kısmını dağıtmayıp firmada tutarken; diğer bir kısmı ise 582 milyar TL zarar biriktirmiş.
Bugüne kadar 284 milyar dolar finansal borçtan dolayı, bu borcun faizine ek olarak, 545 milyar TL kur farkı zararı yazılmış olabilir. Döviz cinsi ticari borçları için de kur farkı zararı yazılmıştır. Gelirleri TL olup borcu döviz olan bazı firmalar, muhtemelen, perişan olmuşlardır.
Bu bilançonun 284 milyar dolar finansal borçlarına karşılık; kasalarda 72 milyar dolar karşılığı dövizi var. 770 milyar TL banka borçlarına karşılık da kasalarda 220 milyar TL nakitleri var.
Gelir tablosuna göre satışların yüzde 13,5’u yani 235 milyar dolarlık kısmı döviz.
Soruyu tek cümlede toplayıp kredi verecek kurula soralım: Kasasında 72 milyar doları olan ve satışlardan yıllık 235 milyar dolar gelir elde eden bu firmanın, çoğu uzun vadeli 284 milyar dolar borcu var. Bankamızdan ilave kredi istiyor, verelim mi?
Bu toplulaştırılmış bilançonun içinde yüksek oranda zarar eden, döviz geliri olmaksızın döviz borçlanmış olan, para kazanamayan ve borç rasyoları çok yüksek olan firmalar da var. Eğer bu tip firmalar bu bilançolardan ayıklanırsa; Türk şirketlerine, dünyadaki bütün finansal kurumlar hem kredi verir hem de ortak olur.
Firmalarımızın büyük çoğunluğunun aldıkları kredileri, tabir caizse, çarçur etmedikleri ve iyi kullandıkları görülüyor. Maddi duran varlıklar ve birikmiş amortismanlara bakarak firmalarımızın yüz milyarca dolar yatırım yaptıkları çok net görülüyor.
Her an bir döviz krizi, bir jeostratejik kriz ya da bir siyasi kriz yaşanma ihtimali, firmaların çoğunu, hep tetikte olmaya zorlamış ve ana işlerinin yanı sıra risk yönetimini de öğretmiş gözüküyor.
Bunu öğrenmemiş yani batmış firmaları ayıklama süreci BDDK’nın 46 milyar TL’nin yasal takip hesaplarına aktarılması gerektiğine dair basın duyurusuyla başlamış görünüyor. Kamu iradesi bu firma borçlarının taksiti gecikmiş alacaklara aktarılması şeklinde tecelli etmiştir. BDDK’nın bu görüşü, bankalara, örtük bir talimat içeriyor: “Taksiti gecikmiş alacaklar için karşılık ayırın, yani bu alacakları zarar olarak değerlendirin ve karınızdan düşünüz.”
Borçlarını ödeyemeyeceğine kesin kanaat getirilen bu firmalara ilaveten, taksitleri küçülürse ve/veya ertelenirse fon üretip borçlarını ödeyebilecek firmalarda var. TBB Başkanı bu firmalar için de bankaların bir çerçeve anlaşması imzalama arifesinde olduklarını beyan etti. Yeniden yapılandırma anlaşmasında, küçük firmalar için bir yıl ödemesiz ve ilave 60 ay taksit, büyük firmalar için de müzakere ve pazarlık yöntemi tercih edilecek.
Bu gelişmeler sihirli çözümler yerine emeğe, analize hatta fedakârlığa dayalı çözümlerin tercih edildiğini gösteriyor.
Bu konuya daha sonra döneceğim ama içinde kıvrandığımız ortamdan çıkışı etkileyecek dört aktörün işbirliği şart. Tüketecek iç ve dış müşteriler. Tüketilecek yatırım ve tüketim mallarını üretecek şirketler, bu iktisadi faaliyetleri finanse edecek bankalar ve yasal altyapıyı tahkim edecek kamu düzenlemeleri.
Ekonomi yönetiminden ne beklemeliyiz? Hangi adımlar atılırsa doğru yolda olunduğu kanaati oluşacak? Krizden hızlı çıkmayı sağlayabilecek bir ekonomik model var mıdır? Berat Albayrak ve ekibi bu işi başarabilir mi? Tartışacağız.