Varsayalım ki bir yabancı yatırımcı geldi ve “size 10 milyar dolar hemen, 90 milyar dolar haftaya kredi vereyim” dedi. Kredinin vadesi 20 yıl ve faizi de yıllık %10 olsun.
Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi, bu teklifi kabul eder mi?
Bence sevinçle ve “Kurtalan ovasında yeni petrol rezervleri bulmuş kadar sevinerek” kabul eder.
Elbette bu rakamı test etme imkânımız yok fakat soruyu on milyar dolar olarak revize edip sorsak, cevap kesinlikle evet olur.
Londra’da mukim bir bankacı arkadaşa “Türkiye, on milyar dolar borçlanmak için piyasaya çıksa faize ne olur?” diye sordum.
Cevap: “Türkiye’ye, bir defada on milyar dolar borçlanmaya çıkmamasını öneririm” oldu. Ve ekledi “şartlar henüz bu kadar olgunlaşmadı.”
Fakat biz varsayımımızı sürdürelim ve Türkiye’nin TCMB brüt rezervlerini güçlendirmek için 20 yıl vadeli ve yıllık %10 faizli krediyi kabul ettiğini ve aldığını varsayalım.
Bu durumda Türkiye, her yıl 10 milyar olmak üzere toplamda 200 milyar dolar faiz ödeyecek ve 20. yılın sonunda 100 milyar dolar anaparayı da iade edecek.
Konuyu kavramak ve önemini göstermek için bir örnek verelim.
Varsayalım gelecek yıl Koç Holding’in halka açık olmayan %76’sının tamamı bugünkü fiyatlarıyla satıldı. Bu satıştan elde edilebilecek olan gelir yaklaşık 9,4 milyar dolar eder.
Yani Yapı Kredi, TÜPRAŞ, Ford, Arçelik, Tofaş, Aygaz, Türk Traktör ve onlarca şirketin sahibi en büyük holdingimizin toplam değeri, bu yüz milyar dolarlık kredinin bir yıllık faizine bile yetmiyor.
Seneye Sabancı Holding’in halka açık olmayan ve 2,2 milyar dolar eden kısmının yanına, Eczacıbaşı, Alarko, Anadolu Holdinglerini de eklesek on milyar dolar toparlanamaz.
Bu kredinin faizlerini sadece şirket hisseleriyle ödemek istesek, onuncu yılda, yıllık faizleri ödemeye yetecek değerde, ülkede satılabilecek bir şirket kalmayacaktır.
Şimdi denilecektir ki “kredi olsa haklısın fakat tahvil ve hisse senetleri farklıdır.” Cevap: “evet farklıdır çünkü tahvil ve hisse senedi almaya gelenler %10 kredi faizini az bulanlardır.” Umarım anlaşılmıştır.
İtiraz gelmeden biz söyleyelim, elbette TCMB aldığı bu paraların bir kısmını Amerikan Hazine Tahvillerine ve bazı Avrupa ülke tahvillerine yatırıp belirli bir gelir elde edebilir. Fakat bu, özde, konumuzun ima ettiği “faiz ödeye ödeye tükeneceğiz” olgusunun, süresini biraz uzatır; daha fazlası değil.
Bazıları “şükür ki bu kadar kredi alamayacağız ve bu faizleri ödemeyeceğiz” diye düşünüyor olabilirler; fakat feci şekilde yanılıyorlar.
Şu anda Türkiye’nin 500 milyar dolar dış borcu var. Bu borcun 400 milyar dolarlık kısmının ortalama %5 faizli dış borç olduğunu varsayalım. Bu durumda ödenmekte olan yıllık faiz tutarı 20 milyar dolar olur.
Üstelik yenilenen her kredinin faizi daha yüksek olduğu için faiz maliyetleri sürekli yükseliyor.
Peki, 100 milyar dolar kredinin maliyetini ve zararlarını anladık acaba ekonomiye katkısı ne olur?
Yaklaşık 500 milyar dolar olan dış borçlar 600 milyar dolara çıkar; buna rağmen TCMB rezervlerimiz, akranlarımız olan Meksika, Brezilya, Hindistan, Endonezya, Malezya, Güney Afrika Merkez Bankalarının %40 olan rezerv/dış borç oranı seviyelerine ulaşamaz fakat yaklaşır.
Bu da uluslararası sıcak paranın Türkiye’ye doğru akmasını sağlar.
2013 yılında, bütün dünyada dolaşan bir trilyon dolarlık sıcak paranın 250 milyar doları Türkiye’ye gelmişti, böyle bir durumda sıcak paranın bir kısmı tekrar yönünü Türkiye’ye doğru çevirebilir.
2003-2013 döneminde sıcak paranın Türkiye’ye pek çok olumlu ve olumsuz etkileri olmuştu fakat kanaatime göre zararları faydalarından daha kalıcı izler bırakmıştır.
Çünkü TL’nin aşırı değerli olması hem dış borçları üç katına çıkardı hem de sanayinin pek çok segmentinde rekabet gücünü mahvetti; sonuçta pek çok sanayi kolu yeşerme aşamasından iflas noktasına sürüklendi.
Fakat en az on yıl sürmüş olan, değerli TL döneminin, o yalancı baharın tadı hala damaklarımızdadır.
Fakat bu tatlı yılların faturalarını ödemeye devam ediyoruz.
Peki, bu yazı, Sayın Şimşek ve ekonomi yönetimine bir eleştiri midir?
Cevap: Hayır.
Ben Sayın Şimşek ve ekonomi yönetimini destekliyorum. Çünkü şimdiye kadar doğruları yaptılar bundan sonra da doğruları yapacaklarına inanıyorum.
Bu yazı finansal istikrar ve güveni sağlamanın ne kadar “maliyetli” olduğunu anlatmaya çalışıyor.