Büyük dönüşümü getiren adımlar
AK Parti 2002 yılında iktidara gelir gelmez AB'den müzakere tarihi alacak olmanın da verdiği rüzgârla büyük bir reform hamlesi başlattı. Bu dönemde çıkarılan AB uyum paketleri, Anayasa Değişiklikleri ve Ceza Mevzuatı reformu değişiklikleri 2 temel zemine oturdu.
80 yıllık Cumhuriyet döneminde sivil siyasetin yapabildikleri açısından bakıldığında adeta bir fırtınaya dönüşen bu değişim/dönüşüm rüzgarının 1. Ayağı; vesayet sistemine ilişkin değişikliklerdi.
Bazı kurumlardaki askeri üyeliklere son verilmesinden, MGK genel sekreterinin sivilleşmesine ve MGK kararlarının niteliğine kadar geniş bir alanda yapılan değişikliklerle sivil alanlardaki askeri Bürokrasinin etkisi neredeyse sıfırlandı. Vesayetle mücadele anlamında 2. perde ise Yargı Bürokrasisine yönelik 2010 referandum paketi ile hayata geçirildi.
Büyük dönüşümün 2. ayağı ise bireysel hak ve özgürlüklere dair ilerlemeler oldu. Ak Parti bunu yaparken sadece bir kesime yönelik iyileştirme yapmaktan hep kaçındı. Neredeyse bütün paketlerde Ulus devlet politikalarının 4 mağduru olan Kürtler, Dindarlar, Gayrimüslimler, Alevilere ilişkin düzenlemeler birlikte yer aldı, zamanla bunlara sosyal yapının mağduru olan Romanlar da eklendi. Bu tutumda statükoya karşı tedbirli olma fikriyatı kadar Ak Parti’nin Türkiye Partisi olması ve 7 bölgede birinci parti olmanın getirdiği psikoloji yönetimi de etkili oldu.
Topluma Kazandırma Yasası karşılık bulmadı
Bu sebeplerledir ki; Ak Parti Kürtlere yönelik atılan tüm adımları hep büyük dönüşüm/sessiz devrimin bir parçası olarak kodladı, ilk yazımızda belirttiğimiz gibi özel isimlendirmeden kaçındı ve attığı adımları PKK'nın silahlı varlığından, bunun doğurduğu tehditten ayırdı. Öyle ki; terörün en yoğun olduğu anlarda dahi Demokratikleşme hamleleri sürdürülerek ikisi arasına kalın bir çizgi çizmeye gayret edildi. Bu sorunlu alanları birlikte yönetme ile yapılan işlerin de propagandasından kaçınma tutumunun Kürt kamuoyunda "Kürtler için ne yapıldı?" şeklindeki propagandaya malzeme sunduğunu not etmek gerekir.
Demokratikleşme politikaları, atılan adımlar tabii ki "silahsızlandırmanın" "özel bir program" gerektirdiği gerçeğini hiç bir zaman ortadan kaldırmadı.
AK Parti bu anlamda ilk deneyimini PKK'nın sınırdışında olduğu, çatışmasızlığın hakim olduğu 2003 yılında çıkarttığı yasa ile yaşadı. 29.07.2003’te 4959 sayılı Topluma Kazandırma yasası çıkarıldı. İsmi özenle seçilmişti, gerekçesi ve kanun metninde de dile dikkat edilmişti. Zaten geri çekilmiş örgüt mensuplarının AB ile müzakere yolunda "sert" reformlar yapan bir Türkiye'ye geri döneceği/dönmesi gerektiği gibi "saf" bir beklenti ile çıkarılan yasa karşılık görmedi.
Sert, girift, bürokratik PKK ilişkileri
Legal ve İllegal bir çok temas ile bu yasaya mukabele edilmesi yönünde yapılan tüm girişimler “Eski Türkiye’nin” sert duvarına çarptı. Örgüt bu girişime; mukabele etmek bir yana, 1 Haziran 2004’te savaş kararı alarak cevap verdi. Bu savaş kararında İmralı ve Genelkurmay’ın etkisi, avukatların toplantı bölgesine askeri helikopterlerle gittiği iddiası uzun süre tartışıldı.
Bu sonuç meseleye Kürtlerin hak ve özgürlüklerindeki iyileşmeler, Türkiye’nin demokratikleşmesi penceresinden bakan AK Parti karar alıcılarının “sert”, “girift”, “bürokratik” PKK ilişkileri ile tanışmalarını sağladı(!).
PKK’nın savaş kararı moral bozucu olsa da, Ak Parti bu duruma; Leyla Zana, Hatip Dicle, Selim Sadak ve Orhan Doğan hakkındaki tutukluluk infazının durdurularak tahliyelerini sağlayacak bir yargı diplomasisi ile karşılık verdi.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, DEP davasının usul yönünden bozulması talebine olumlu cevap verdi. Yargıtay 9. Ceza Dairesi de kapatılan DEP'in 4 eski milletvekili ile ilgili infazını durdurarak, 09 Haziran 2004'te tahliyelerine karar verdi.
Tahliye edilen milletvekilleri Başbakan vekili ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül tarafından Dışişleri konutunda kabul edildi.
Adı konulmamış özür yasası
Bu dönemde atılan tarihi bir adım da; 15.07.2004 gününde kabul edilen 5227 sayılı "Kamu Yönetiminin Temel İlkeleri ve Yeniden Yapılandırılması Hakkında Kanun idi. Adalet, güvenlik, istihbarat, dış politika, eğitim ve diyanet dışındaki sağlık, kültür, spor, çevre ve orman, tarım ve köy işleri, sanayi, ticaret ve bayındırlık Bakanlığı görev ve yetkilerini yerel yönetimlere bırakan, kanunlarla yalnızca merkezi idareye bırakılmayan konularda yetkiyi tamamen yerel yönetimlere bırakmayı hedefleyen yasayı Cumhurbaşkanı Sezer “Üniter Devlet yapısı bozulur” diye veto etti.
Yine bu dönemin sessiz devrimlerinden biri de 17.07.2004 tarihinde yasalaşan 5233 sayılı “Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkındaki Kanun” idi. Bu yasa adı konulmamış bir “Özür” yasası idi. 1984 yılından bu yana terörle mücadelede yapılan her türlü maddi ve cismani zararı karşılıyordu. Üstelik sadece Devlet görevlilerinin değil, terör örgütlerinin de verdiği zararlar bu kapsamda idi.
Bu yasa özellikle 90’ların hukuk ve ahlak dışı mücadelesinin tazmini ve özrü demekti. Yüzbinlerce insan başvuru yaptı, başvuru süreleri her defasında yasa ile defalarca uzatıldı, uygulamadaki tüm sorunlara rağmen bu yasa ile vatandaşlara 10 milyarı aşkın ödeme yapıldı. Bu yasanın bir özelliği de AİHM’de bekleyen 3500 dosya dışındaki diğer tüm başvuruların ulusal ve uluslararası hukuk yollarını bir şekilde tüketmiş olmasıydı.
Eve dönüş yolunda en etkili adım
Yine 12.10.2004 tarihinde Türk Ceza Kanunu değişikliği ile getirilen “Etkin Pişmanlık” başlığını taşıyan 220. Madde ile de “Eve Dönüş’ün” önü sürekli olarak açık bırakıldı. Bu maddeden faydalanma hala devam etmektedir. Eve dönüşe ilişkin belki de en etkin düzenleme 2000 kişiyi aşkın katılım ile bu yasal düzenleme oldu.
Geleneksel Devlet kurumlarının sert tepkisine rağmen yürütülen tüm bu çabalar, AB rüzgarı, reformlar PKK’nın Türkiye’ye dönerek savaşta yeni bir perde açmasına engel olamadı. AK Partiye darbe dedikodularının bir vakıaya dönüştüğü dönemde şiddetli terör saldırıları ile artık PKK da sahada idi.
Erdoğan ters köşe yaptı
Darbe tehditleri, Yargısal kuşatma, Sezer’in ayağını frenden çekmeyen vetoları, PKK’nın yeniden savaş kararı ile artan saldırılar sürüyorken Erdoğan bu kez önce aydınlar buluşması ardından 12 Ağustos 2005 DİYARBAKIR konuşması ile adeta herkesi ters köşe yaptı.
Meşhur konuşmada “Kürt Meselesi” kabul edilmiş, devlet adına “özür” anlamına gelen ifadeler ile red ve asimilasyonun sona erdiği ilan edilmişti.
Bu seyahatin Erdoğan açısından şaşırtan hatta şoke eden yönü “devrim” niteliğinde konuşma yapılacağı bilinmesine rağmen Baydemir’in karşılamaya gitmemesi, konuşma yapılan alanın boş kalması oldu. Bu seyahat PKK/DTP’nin “içinde olmadığımız, parçası olmadığımız hiçbir girişime destek olmayız” politikaların izharını sağlamış oldu. Bu tutum vesayet ve bürokrasi ile boğuşuyorken “bu meselede ne yapabilirim?” diye düşünen Erdoğan için şoke olduğu kadar acı ve öğretici bir durumdu. Bu tablo belki de 2. girişimin de başarısızlıkla sonuçlandığının ilanıydı.
MGK'da örgütün neden hala bitirilemediği sorgulandı
2007 Askeri Muhtıra girişimine karşı net duruş, 2007 seçim sonuçları, Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesi, AK Parti hakkındaki kapatma davasının reddi Türkiye için yepyeni bir dönem demekti. Her alanda etkileri gözlenen bu yeni dönem politikalarından Kürt Meselesine dair çözüm arayışlarında da etkilenmemesi düşünülemezdi.
Kürtçe tv açılması, Yeni Anayasada güçlü yerel yönetimler modelinin benimsenmesi, Anayasal Vatandaşlık tanımının hayata geçirilmesi hep bu dönemin tartışmaları idi.
MGK toplantılarının terörle mücadele faslında örgütün neden hala bitirilemediği açıkça sorgulanıyor, askeri cenahtan, bildikleri tüm mücadele usullerini bir kez daha masaya getirmeleri istenip, neden başarılı olamadıklarının izahı isteniyordu.
Başbuğ'un sürece katkısı
Cumhurbaşkanı Gül ve Başbakan Erdoğan’ın yüksek özgüvenle gergef gibi işledikleri “yeni yöntem” arayışına Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 14 Nisan 2009 günü Harp Akademileri yıllık konuşması ile bir yandan cevap veriyor, diğer yandan da açıkça destek oluyordu.
Bu tarihi konuşmada; Genelkurmay Başkanı Başbuğ uzun konuşmasında meseleye dair tarihsel bir perspektif çizmiş ve bazı kavramsal kullanımlar ile hükümetin siyasal arayışlarının önünü açmıştı. “Türkiye Halkları”, “teröristin anne babası ile empati”, “Bölücü Örgüt ile Mücadelede sadece askeri mücadelenin yetersizliği” “Sosyal, Kültürel, ekonomik, yasal tedbirler alınması gerektiği” gibi başlıklar hep bu konuşmada zikredilmişti.
Emniyet süreci boşa çıkarmak için uğraştı
Bir çok husus olgunlaşmıştı, örgütü silahsızlandırmak için yeni bir girişim daha yapılabilirdi. 1 Ağustos 2009 Cuma günü İçişleri Bakanı Beşir Atalay Polis Akademisinde Deniz Ülke Arıboğan, Hasan Cemal (Milliyet), Oral Çalışlar ve Cengiz Çandar (Radikal), Muharrem Sarıkaya (Haber Türk), Okan Müderrisoğlu (Sabah), Mithat Sancar (Taraf), Ruşen Çakır (Vatan)’ın katılımı ile ismi 3 kez değişecek bir süreci başlatılmış oldu.
Bu sürecin öncekilerden farkı; sadece İmralı, Kandil ve Oslo’da görüşmeler yürütülmemiş, aynı zamanda aydınlar, sanatçılar, yazarlar ve geniş halk kitleleri ile yürütülen geniş yelpazeli bir kamu diplomasisi süreci olmasıydı.
Bu sürece zerkedilen ilk zehir; 14 Nisan 2009’da eski vekiller, seçilmişler, DTP’li yöneticilerin de aralarında bulunduğu KCK soruşturması oldu. Devletin Emniyet teşkilatı bu sürece inanmamıştı. Emniyetin süreci boşa çıkarmak için gösterdiği yoğun çabalara süreçten rahatsız olan dış unsurlar ve PKK’lı yöneticilerin de desteği eklenince 14 Temmuz 2011 Silvan baskını ile PKK Devrimci Halk Savaşını (!) ilan etti. Bu 1000’i aşkın gencin hayatını kaybedeceği yeni bir terör sarmalının da ilanıydı.
AK Parti döneminde 2004, 2005, 2009 denemelerinden sonra 2013 Ocak ayında başlayan ve silahsızlandırmayı hedefleyen 4. Girişim dönemi içerisindeyiz. Bunu yazmaya devam edeceğiz.
SERİNİN DİĞER YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ
https://www.karar.com/yazarlar/m-emin-ekmen/cozum-surecinin-serancami-1-isimlendirme-meselesi-358
https://www.karar.com/yazarlar/m-emin-ekmen/cozum-surecinin-serencami-6-yapilanlar-devlethukumet-363
https://www.karar.com/yazarlar/m-emin-ekmen/cozum-surecinin-serencami-6-yapilanlar-devlethukumet-363
https://www.karar.com/yazarlar/m-emin-ekmen/cozum-surecinin-serencami-8-pkknin-surecte-tutumu-3652
https://www.karar.com/yazarlar/m-emin-ekmen/cozum-surecinin-serencami-9-akil-insanlar-deneyimi-367