Yine Trakya’da belediyenin biri Selanik’teki Atatürk evinin bir kopyasını şehrine dikmiş.
Yine bazıları kocaman kocaman lüks baskılı Atatürk resimli kitaplar yayınlamışlar.
Nasıl ki Konya gibi medeniyetimizin en bediî idrakinin ve heyakilinin temessül buyurduğu şehrimizin tam ortasına marifetmiş gibi on binlerce ton çimento akıtıp mağara havası oluşturmak terbiyesizlikse…
Hele hele meydanları komik kol saati heykelleriyle, dinozorlarla, şehir girişlerini 21. Asırda sipariş ve sanatsal hiçbir kıymeti olmayan kapılarla doldurmak, çocukluk hastalığı bile sayılamayacak bir şımarıklıksa… Başka ülkelerdeki kaleleri, yapıları, evleri, kopyalayıp kentimize yapıştırmak maskaralıksa…
Nasıl ki, Kâbe’nin tıpatıp aynını kendi şehrinde dikmeye kalkan Eblehe gibi İstanbul’un kenar mahallesine dikmek görgüsüzlükten de öte bir hadnaşinaslıksa olur olmaz yere Selanik’teki evi kondurmanın Atatürk fikriyatına ve emanetine hiç mi hiç faydası yoktur.
Süleymanşah türbesinin taşınması da bu babtandır, Enver Paşanın kabrinin getirilmesi teşebbüsü de…
“Taş yerinde ağırdır!”
Hâlbuki çok başka işleri olmalı yerel yönetimlerin de, merkezi idarenin de…
Öyle bir iktidar olmalı ki, ülke kaynaklarını her Allahın günü muhalefeti eleştirmek adına heder etmesin.
Öyle bir muhalefet olmalı ki, yapacaklarını millet dinleyebilsin, anlayabilsin…
Öyle liderler yetişmeli ki, söyleyeceklerini içselleştirebilsin ve ‘prompter’dan okumaktan vazgeçsin… Liderler, cemaatler, gruplar, partiler, kurumlar “…miş gibi yapmaktan” vazgeçsinler!
Velhasıl çok kirlendik ve daha da kirleniyoruz…
Trakya Ergene nehri yüzünden atıksu ve atık yönetiminin, kıt su kaynakları strateji ve eylem planının, çevre kirliliği ile mücadelenin en geniş hatlarıyla uygulanması gereken bir bölgemiz. Birinci sınıf tarım arazileri bakımından en zengin bölgemiz. Şimdi Ergene’nin kirliliği yüzünden tarımsal üretim, tarımsal varlığımız tehdit altında. Topraklarımız atıksulardan sızan kimyasallarla kirleniyor. Hem yüzey sularımız hem yer altı sularımız çok büyük kirlilikle karşı karşıya… Trakya’daki otuzu aşkın tekstil fabrikasının atıkları Ergene’yi kirlettiği gibi, Ergene etrafındaki topraklarımızı, yer altı sularımızı da kirletti.
Güya bu fabrikalarda arıtma tesisleri mevcut.
Türkiye’de 1200 civarında arıtma tesisi var ve ne yazık ki bunun ancak beş yüz adedi çalışıyor. Daha doğrusu çalışır gözüküyor.
Trakya’daki arıtma tesisleri atıklarını Ergene’ye bırakıyorlar. Ergene de Sakarya gibi bir iç suyumuz. Tuna’yı kirleten Avrupa’dan salt çevre bilinciyle asırlardır hesap sormayıp kadim mücadelemize öykünüp durduk. Zaman zaman akıncılık, alperenlik, dervişgazilik tasladık…
Tuna, sanayi devriminden bu yana batının bütün kirli sularını Karadeniz’e boşalttı. Karadeniz’de hayatın her tabakasında sürdürülebilir olmadığını biliyoruz. Batı Karadeniz’in dibi Tuna’nın çökeltileriyle dolu…
Bir de şimdi çılgınlık gereği kanal açıp da Tuna çökeltilerini denizin dibini boylamadan yüzey akıntısıyla Marmara’ya akıtırsak Marmara’nın ölü katmanlarının sayısını artırmaktan başka bir iş yapmış olmayacağız.
Sakarya ile Ergene ve benzeri iç suların kirletilmesi gibi herhangi bir düşmana yükleyemeyeceğimiz bir suçun müsebbibi bizleriz.
Atıksu yönetimi, kirlilik yönetimi, kıt su kaynakları yönetimi artık Türkiye’nin gündemine gelmelidir.
Çevre ile ilgili kuruluşları ve eski yönetici arkadaşlarımı aradım, Tarım ve Orman Bakanlığı’nı da…
Ergene ile ilgili onlarca eylem planı var.
Peki sonuç?
Kirlenme devam ediyor maalesef. Ve ne yazık ki İstanbul’u son çeyrek asırdır yönetenler şehri betonlaştırmaya, çok uzak su toplama havzalarından su devşirmeye, etrafı kirletmeye, nehirlerde ve denizlerdeki hayatı öldürmeye devam ediyorlar. Ergene’ye dökülmesi önlenen atık sular da doğrudan Marmara’ya dökülecekmiş.. Sanki bu çözümmüş gibi…
Oysa artık oksidasyon ve ozon uygulamaları ile atıksu ve atık arıtma işlemlerinde yeni teknolojiler var.
Çaylarımızı, nehirlerimizi, denizlerimizi, göllerimizi kirletmeyelim.
Sularımızı kirletmeyelim. Kaynağından itibaren kıt su kaynakları yönetimi ve atıksu yönetimi uygulamalarını memleketin en büyük dâvâsı sayalım.
Su evrenin kuruluşundan önce de vardı. Yani yüce Yaradan hariç mukaddes saydığımız ne varsa hepsinden evvel… O yüzden bir zamanlar ecdadımız suya naatlar yazdı. Fuzulî Su Kasidesinde suyu peygamberimize yakıştırdı.
Bir zamanlar Toprak Su teşkilatımız vardı, şimdi yok.
Bir zamanlar Köy Hizmetlerimiz vardı şimdi yok.
Bir zamanlar çevre, tarım, orman, su bir bütüncül yaklaşımla ele alınırdı, şimdi adı var bütünleşmenin kendi yok…
Yusuf’u kuyuda unuttuk.
Kuyuya dair her şeyi de…
Başkanlar diktik başlarımıza.
Ve hazel beledil emin.
Betondan, inşaattan anlayan, top dağıtmaktan, bol resimli kitaplar bastırmaktan hoşlanan başkanlar…
İstanbul’u Avrupa’nın kültür başkenti yaptık.
Öyle olunca da tabii etten anlayan, inek gezdiren kültür elçilerimiz oldu.
Kültür ile turizmi sos yaptık. Dövdüğümüz etin üzerinde gezdirdik. Ne kültür hani?...