Türkiye ‘uluslararası göçmen kampı’ olmuş, sınır ötesi harekâta girişmiş, güvenilmez ülkeymiş; ekonomisi Trump’ın iki dudağı arasındaymış, şuymuş buymuş hepsi turizm karşısında geçersiz hükümler olarak kaldı.
Antalya, mesela; bu yıl, tüm zamanların turist ağırlama rekorunu kırdı. Ekim itibariyle Antalya ve Gazipaşa havalimanlarına inen turist sayısı 15 milyona yaklaştı.
Turizmciler bu yılsonuna kadar Antalya’ya gelecek turist sayısının 16 milyonu geçeceği kanaatini paylaşıyorlar. Rusya birinci sırada… İkinci sırayı Almanya, üçüncü sırayı Ukrayna, dördüncü sırayı İngiltere alıyor. Sonra Polonya, Hollanda geliyor.
Günde ortalama 65 bin turist Antalya’ya iniyor.
Demek ki artık turistler, güvenli bölge filan tanımıyorlar, ya da Türkiye aleyhine bütün dünya olumsuz fikirler ileri sürse de bütün bu lakırdılar turistleri etkilemiyor.
Türkiye bu küresel psikolojinin meydana çıkardığı fırsatları iyi değerlendirmelidir.
Mademki zamanında bir Ortadoğu Su barışı gerçekleştirememiş, bölgesinde Pax Ottomanica tecrübesinin çağdaş versiyonunu icat edememiş, küresel güçlerin aparatı terör örgütlerinin bölgeye yerleşmesini önleyememiş, İngiliz – Yahudi aklının senaryolarına geçit vermiş ve başına şimdiki havf ve recâ arasında olması gereken tevekkül ehline yakışmayan boş ümitler, gururlar, hadnaşinaslıklar ve korku, vehim, tasa üçgenlerinde ‘git-gel’ler yaşamak gelmişse artık ‘dibe vurmayı beklemek’ yerine durumdan vazife çıkarmak daha akıllıca olur.
Turizm, bu en kritik dönemde bile tavan yaptıysa, bizim de belki ABD gibi biraz daha cüretkâr roller üstlenmemiz düşünülebilir.
Gerçekte Türkiye’yi ‘normalleşme programı’ kurtarırdı.
Ama herkesin ve her şeyin artık ‘anormalleştiği’ süreçte; kim bilir, belki de en cesaretli ‘abes ve tuhaf’ senaryoları, kontrollü kriz yönetimi marifetiyle bölgenin ve dünyanın gündemine bile isteye getirmek gerekir. En azından olmazları göstermek adına…
Golan Tepeleri’ni ele geçirip üstelik de tapulu malı gibi davranan İsrail’e Suriye ile birlikte dersini vermeye girişmek gibi..
İki ülkenin böyle bir tatbikata girişmesi için engelleyici bir sebep var mı?
İlla her şeyin sınırlarımızda mı cereyan etmesi gerekiyor?
Bir başka şaşırtıcı eylem planı mesela Azerbaycan ile Türkiye’nin birleşmesi olabilir.
Doğu Almanya ile Batı Almanya’nın birleşmesi bugünkü kuşakların gözünde muhtemelen kolay bir girişim, normal bir şeydi. Hâlbuki iki ayrı blok birleşmişti. Berlin Duvarı yıkılmış soğuk savaş döneminin iki zıt kutbu bir araya gelmeyi bilmişti. Bir millet iki devlet demiyor muyuz, işte fırsat: aynı milletin tek devlet haline gelmesi…
Merhum Özal ile ‘Ortadoğu Su Barışı’ benzeri Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu’da Türkiye’nin kendi gelenekleri üzerinden bir barış projesini hayata geçirmesi gerektiği üzerine konuşurken Karadeniz Ekonomik İşbirliği böyle bir alternatif olarak zuhur etti. AET, AB gibi etkin oldu mu, şüphesiz olmadı; ama olsundu, hiç olmazsa psikolojik bir zemin inşa etti. Artık Avrasyacılık pek de garipsenecek uzak bir muhit olmadı en azından Türkiye aklına…
Türkiye terör örgütlerini sınırlarından uzaklaştırmak için bir sınır-ötesi harekâta girişti.
ABD ileri gelenleri harekâtı durdurmak için hemen harekete geçemediler. ABD Başkan yrd. Pense ve ekibi Türkiye’nin başarılı olması üzerine gelip anlaşma yaptılar.
Şimdi Türkiye’de ve bütün dünya kamuoyunda bu anlaşmanın kime itibar kazandırdığı veya kaybettirdiği tartışılıp duruyor.
Hâlâ TSK’nın Suriye topraklarında ne işi olduğunu bile sorgulayanlar var.
Sayın Erdoğan’ın Suriye’de köyler, kasabalar ve ilçeler kurma, fakülteler açma fikri işte bu çerçevede değerlendirilebilecek, ilk başta abes ve tuhaf addedilebilecek ama konjonktürel olarak küresel aklı zorlayabilecek eylem planıdır. Sınır ötesindeki yatırımlar, Türkiye’de kriz yaşayan inşaat sektörüne yeni bir kredi açma gibi algılansa da ABD’nin Suriye Temsilcisi Jeffrey’in Karar’da da yer alan açıklaması, bölgede oyunun farklı senaryolara da uygun olduğunu hatırlatıyor.
Beştepe’deki zirveye katılan James Jeffrey “TSK kısa sürede çok bölge ele geçirdi. Uzlaşmasaydık bunu sürdüreceklerinden şüphemiz yoktu. Uzlaşmasaydık Türkiye bütün bölgeyi alacaktı” diyor.
Türkiye elbette işgalci değildir.
Fakat 4 milyon Suriyeli sığınmacıya kendi topraklarında bir yer edindirme konusunda da onun elini kimse bağlayamaz.