Başka evlere, yuvalara zehir akıtan kadınların, sonunda nasıl kendilerini zehirledikleri hakkında ibretlik bir hikâyeyi paylaşmak istiyorum.
Kadınlar arasındaki ilişkilerin sıkı fıkı olduğu mahalleler, çok tehlikelidir. Çoğunluk ev hanımıysa tehlike daha da fazladır. Çünkü boş vakitleri çok olduğu için ev görüşmeleri fazlaca yapılır. Adına “gün” denilen toplantılar, erkeklerin imtihan günüdür. Akşam eve geldiğinde nasıl karşılanacağı, hanımın günden nasıl ayrıldığıyla yakından alâkalıdır. Kapıyı açmasından, suratının hâlinden anlar, başına gelecekleri. Akılsız kadınlar, “Ben kadın değil miyim?” diye başlar; akıllı olanlar ise “canım cicim” diyerek istediğini yaptırırlar.
Gün deyince, sâdece eğlenceli, yemeli içmeli toplantı olarak düşünmeyin. Maalesef, Kuran okuma günlerinin sonucu da aynı.
Bir arkadaşım anlatmıştı. Komşudan gelen feryat figan üzerine yardıma koşmuşlar. Adamcağız, vazo, tabak, çanak, eline ne geçerse, “Bunu filancanın evinde olduğu için, bunu falanca da gördüğümüz için aldık?” diyerek kırıyormuş.
Hikâyemize gelelim.
Arzu’yu müstakil evlerin olduğu bir mahallede tanıdım. Kadınların, sabahtan akşama kadar kapı önlerinde, bahçelerde muhabbet ettiği bir siteydi. Bu da yetmez, paralı gün yaparlardı.
Bir çocuk annesi olan Arzu’nun yaşam standartları, yavaş yavaş yükselmeye başladı. Dışarıda yemekler, tâtiller, araba markası vs. gözle görülür hâle geldi. Üzerine ikinci çocuk da olunca Arzu’nun havasından geçilmez oldu. Tam şarkıdaki gibi, “evli, mutlu, çocuklu” bir kadındı. Yaramazlık yapıp canını sıkan birinci çocuğunu kreşe verecek kadar mutluluğunu önemsiyordu.
Kocası, Arzu’nun üzerine titriyordu. “Üçüncü çocuğu düşünüyor musun?” değimizde, “Düşünüyorum ama eşime şart koştum. Her birine ev alırsa doğururum.” demişti. Biz çalışan hanımlar, bu özgüvene hayret ediyorduk. Adamcağız, Arzu’nun isteklerini yerine getirmek için deli gibi çalışıyordu.
Komşu kadınlar, o kadar içiçe yaşıyorlardı ki birbirlerinden etkilenmemeleri imkânsızdı. Arzu, evine tâdilat yaptırıp mermerleri mi değiştirdi? Arzu, spor salonuna mı gidiyor? Arzu, araba mı aldı? Ne yapıp edip diğerleri de yapacak. Peki gücü yetmeyen ne yapacak? Kocasının canına okuyacak. Evi yuvası, huzursuz olacak.
O siteden taşındığım günlerde Arzu, moda dergilerinden fırlamış gibiydi. Eşinden ayrılan mı dersiniz, kayınvâlidesiyle arası bozulan mı dersiniz, türlü türlü felâketlerin haberini aldım, taşındıktan sonra. Peki ya Arzu? Arzu, hep daha iyi; Arzu, hep daha zengin. Nihâyet, komşuların seviyesini kendi seviyesine uygun bulmayarak zengin bir semte taşınmış. Geç bile kalmıştı.
Birgün Arzu’nun eşi, haberlere düştü. Aman Yarabbi! Bütün gece çalıştığı işyerinden sabaha karşı çıkmış. Alkollü araba kullanırken iki kişiye çarpıp kaçmış. Sabah polise teslim olmuş. Maalesef, çarptığı insanlar ölmüş. Daha da vahimi, dedikodulara göre işyerinde yasa dışı iş yapıyormuş. Eee Arzu’nun arzularına yetişmek kolay mı?
Hikâyenin devâmını öğrenemedim. Arzu, bu saatten sonra çalışabildi mi, o zengin semtte tutunabildi mi, eşiyle eskisi gibi oldu mu bilmiyorum. Sâdece şunu biliyorum. Hiçbir şey eskisi gibi olmaz, olamaz!
Çevremde yine içiçe geçmiş ilişkileri, kadınların birbirine takakküm etmesini, birbirini taklit etmesini seyrediyorum. Ev hanımı, niye çocuğunu kreşe yollar? Evlerin perdeleri, bahçelere dikilen ağaçlar niye aynı? Yakında devletin ilkokulu varken çocuklar, niye koleje gidiyorlar? Bu kadınlar, niye kitap okumuyorlar? Birinin mutfağının dibindeki halı, diğerini neden ilgilendiriyor?
İstikbâldeki hâlleri gözümün önüne geliyor. Sınıf atlayan, atlamaya çalışıp başaramayınca bunalıma giren, yuvası karışan, çocukları başarısız olan vs. vs.
Uyarsam, Arzu’yu anlatsam tesirli olur mu ki?