Demokrasinin temel faziletinin halkın kendini yönetecek insanları kendi oylarıyla belirlemesi olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Demokrasinin temel fazileti adına “hesap verebilirlik” denen ilkedir.
Bir demokrasi, o “hesap verebilirlik”i genişletip derinleştirdiği ölçüde demokrasidir; daraltıp sığlaştırdığı ölçüde de otoriter yönetim.
Yoksa bakın Suriye’de de halk oylarıyla seçiyor Esad’ı; Rusya’da Putin’i; Belarus’ta Lukaşenko’yu ve başka yerlerde başkalarını.
Hesap sorma-hesap verme işi, tek başına seçimlere bırakılamayacak kadar önemlidir. Bunu hiç unutmayın.
Bir demokraside hesap sorma işini, 1. Parlamento; 2. Yargı; 3. Medya aracılığıyla kamuoyu yapar. İktidar da, kullandığı iktidar yetkisiyle ilgili sürekli hesap verir, “Ben bunu şunun için yaptım” der.
Bizim parlamentomuz çok da hesap sorabilen bir parlamento değildi zaten ama başkanlık sistemine geçtiğimizden beri parlamento iyiden iyiye bir onay verme makinesine dönüştü; zaman zaman Meclis’in en temel haklarına bile sahip çıkamadığına, bırakın halkın çıkarlarını savunmayı kendi yetkilerini bile savunamaz hale geldiğine tanık olduk.
Yargının son hesap sorma girişimi 17-25 Aralık 2013’te yaşandı ama o girişim maalesef FETÖ adlı örgüt tarafından kirletildi. Bunu fırsat gören hükümet de, ortadaki kimi elle tutulur somutluktaki suçlamaları soruşturmak yerine topyekün bir reddiyeye girişti; bu hesap sorma girişimi son olarak Meclis eliyle tamamen kapatıldı bitti.
Yanlış anlamayın, yargı sadece yolsuzlukla usulsüzlükle ilgilenmez, yargının hesap sorması bundan ibaret değildir. Yargı idarenin işlemlerinden vatandaşın zarar görmemesi için de hesap sorar. Örneğin Çorlu tren kazası veya bazı maden kazalarında da, Roboski gibi vahim olaylarda da, hükümetin kendini devlet memurlarına, yani idareye kalkan ettiğine, bu alanlarda hesap sorulmasını engellediğine tanık olduk.
Başkanlık sistemine geçildikten sonra yargının bırakın hükümeti ve herkesi ilgilendiren icraatını, Ak Partinin sıradan üyelerinin sıradan suçlarını bile soruşturmakta ne kadar tereddütlü olduğunu hepimiz biliyoruz. Yargı mevcut başkanlık sistemi içinde o kadar zaptü rapt altında ki, bir hesap sorma makamından çok bir koruma perdesi işlevini görüyor.
Peki ya medya? O hesap soruyor mu? Cevabı uzatmanın anlamı yok; hayır, sormuyor, sorduğunda ise iktidara değil daha çok muhalefete soruyor.
Bugünkü bu hesap soramama/ hesap vermeme düzeninin yaşadığımız irili ufaklı bütün sorunların sebebi olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Birkaç kez Tayyip Erdoğan kendisi bizzat söyledi, “Hesabımı bir tek seçmene ve allah’a veririm” dedi.
Oysa seçmenin hesap sorabilmesi için, hesap sorması gereken konularda tam ve doğru bilgilendirilmiş olması lazım. Medyanın olmadığı bir yerde sosyal medyanın havada yalanların uçuştuğu dünyasında bir bilgilendirmeden söz edemeyiz. Yani aslında seçmen de seçimde hesap sorma hakkını neredeyse tamamen kaybetmiş durumda.
Bugünkü başkanlık sisteminin otoriter karakteri tam da buradan gelir. Hesap vermez, çünkü hesap sorulamaz, hesap sormanın bütün mekanizmaları tek tek ele geçirilmiştir. Onu dengeleyecek ve denetleyecek başka hiçbir güç ortada olmadığı için keyfidir, canının istediğini canının istediği şekilde yapar, sonuçlarından çekinmesine gerek olmaz.
Hayır, kapalı kapılar ardında canının çektiğine dağıtılan ihalelere, sırf ihale yapılabilsin diye keyfi biçimde arttırılan araç geçiş garantilerine vs girmeye gerek yok; basit bir faiz indirme inadının bizi sürüklediği fakirliği bile konuşamamak ve bu konuda vatandaşa gerçek bilgilerin iletilemiyor olması yeterli fikir veriyor zaten.
Hani “Balık baştan kokar” derler ya, bizde bütün yaşadığımız sorunların ve şikayetlerin başlangıcı budur işte: Başkanlık sisteminin hesap sorma ve hesap verme mekanizmalarını yok etmesi.
Başka bir söyleyişle, kuvvetler ayrılığı ilkesinin yerine kuvvetler birliğinin ikame edilmesi.
O yüzden muhalefetin doğrudan anayasadan kaynaklanan bu en temel sorunu çözmeye yönelmesi ve ortaya da tarihimizde görülmemiş bir biçimde üzerinde 6 partinin uzlaşıp altına imza attığı bir somut teklifle çıkması hiç de küçümsenmemeli.
Muhalefetin önerdiği anayasa metninin sağını solunu beğenmeyebilirsiniz. Benim de beğenmediğim, yetersiz ve gereksiz bulduğum pek çok şey var teklifte. Ama bunlar ikincil önemde: Esas mesele, ülkenin baş sorunu olan kuvvetler ayrılığını yeniden tesis etmek, hesap sorma/hesap verme mekanizmalarını yeniden işler hale getirmek ve bu yolla sorunlarımızın çözümünde kollektif aklın yeniden devreye girmesini sağlamak.
“Demokrasi karın doyurmaz, seçmen demokrasiye oy vermez” diye sanki doğruymuş gibi kabul gören bir cümle var ama bu doğru değil.
Tam tersine, hepimizin karnını doyuran şey demokrasidir. Demokrasi olduğunda geleceğe ümitle bakabilir; yarının bugünden daha iyi olacağını düşünmeye başlayabiliriz ancak.
TÜİK’in kendisi açıklıyor, “Bugün ailemizin durumu geride kalan 12 aydan daha iyi” diyenleri ölçen endeksin değeri 2012 yılı Ocak ayında 83,3 imiş, arada çok daha yüksek rakamları görmüş ve bugün 58,3’e düşmüş. Bırakın yarına ümitle bakmayı, bugünü dünden kötü olanların sayısı artmış.
Bu kötümserliğin tek sebebi tartışmasız biçimde demokrasi eksikliği.