O geceyi çok iyi hatırlıyorum. Tarih 27 Kasım 2004’tü. İstanbul’da, Sarayburnu’ndaki Sepetçiler Kasrı’ndaydık.
Patronumuz Aydın Doğan, Uluslararası Basın Enstitüsü Yönetim Kurulu’na bir yemek veriyordu. Yemeğin onur konuğu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dı.
Erdoğan, yemekteki konuşmasının bir yerinde aynen şöyle dedi: “Türkçemizde güzel bir söz vardır: ‘Damdan düşenin halini ancak damdan düşen anlar.’ Yıllar önce okuduğu bir şiir yüzünden hapse atılmış bir Başbakan olarak, düşünce ve ifade hürriyetine verdiğim önem her şeyin önündedir. O zamanlar ifade hürriyetinin kısıtlanmasının ne demek olduğunu yakından tanıdığım için, hürriyetlerin kısıtlanmasına dönük her türlü bahaneye en önce büyük bir kuşkuyla baktığımı bilmenizi isterim. Çünkü zamanında biz de damdan düştük ve damdan düşenin halini çok iyi biliyoruz.”
Kastettiği “damdan düşme” hadisesi, meşhur “Minareler süngümüz, kubbeler miğferimiz” konuşması sonrası o zamanki Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesinden yargılanıp hapse mahkum edilmesiydi.
TCK 312, aslında “nefret suçu”nu önlemeye çalışan, 90’lı yıllara kadar da pek adı bilinmeyen bir yasa maddesiydi. “Halkın bir kesimini diğerine karşı kin ve düşmanlığa sevk etmek” suçu yani.
Türkiye’nin savcılarının ve mahkemelerinin elinde ifade özgürlüğünü kısıtlamak için çok madde vardı. Bir zamanların 141-142’si, 163’ü, ardından Terörle Mücadele Yasası’nın 7 ve 8. maddeleri… Ama ülkemizin geçirdiği her “demokratikleşme” hamlesinde bu maddelerden birer birer kurtulununca savcılarla DGM’ler TCK 312’ye sarılmışlar, bu maddeden insanları hapse atmaya başlamışlardı.
Hukuk araçtı, insanların ifade özgürlüğünü elinden almak ise amaç.
Türkiye, 312. maddeyi çok tartıştı. Önce maddeye “açık ve yakın tehlike” unsuru eklendi. Yani, diyelim bir konuşma yaptınız, bir yazı yazdınız, bunların sahiden kamu güvenliğini tehlikeye düşürmesi gerekiyordu. Ama bu ölçüt yetmedi, üstüne bir de “Eleştiri amacıyla görüş açıklamak bu madde kapsamında değildir” gibi bir garabet de eklenmek zorunda kaldı. Yasa koyucu ısrarla yargısından ifade özgürlüğünü sağlamasını istiyordu ama yargı direniyordu işte.
Eski TCK’nın 312. maddesi yeni TCK’ya 216. madde olarak yansıdı. Ve bilin bakalım ne oldu? Savcılarımız, yargıçlarımız bu madde üzerinden, yasa koyucunun bütün muradına rağmen insanları hapse atmayı sürdürdü. Son kurban hafta sonunu hapiste geçiren, dün tahliye edilen şarkıcı Gülşen.
Türkiye’de yasa koyucu parlamento, (neredeyse tamamı Ak Parti ile zamanında “damdan düşmüş” olan Tayyip Erdoğan’ın iktidarı döneminde) yargının her fırsatta insan tutuklamasını, yargılamayı uzun tutukluluk eşliğinde, yani bir yerde cezayı peşin vererek yapmasını önlemek için bir sürü yasa değişikliği yaptı.
Bu düzenlemelerden biri açıkça bir insan hakkında istenen cezanın üst sınırı belli bir sürenin altındaysa tutuklamama yapılmamasını emrediyor örneğin.
Şarkıcı Gülşen’in “halkı kin ve düşmanlığa teşvik”le suçlayan yasa fıkrasında Gülşen bu suçtan yargılanıp mahkum olsa dahi (unutmayın daha dava açılmadı, iddianame yazılmadı) 6 aydan 1 yıla kadar hapis alabileceği yazılı. Ama mahkeme Gülşen’i tutukladı, üç gün de hapiste tuttu.
Gülşen’in sözleri çok tartışılıyor, başta Adalet Bakanı olmak üzere pek çok kişiye göre Gülşen “nefret suçu işledi.” Ben bu kanıda değilim. Mahkemeye telkin niteliğindeki bu sözleri çok da tehlikeli buluyorum.
Gülşen zaten bütün imam hatip mezunları için değil spesifik bir kişiye hitaben konuşuyor ama diyelim ki bütün imam hatiplileri kastetti, yine de imam hatipliler “halkın bir bölümü” sayılamaz.
Onları sayacak olursak ve bu mantığı adil uygularsak dışarıda çok az insan kalır. Mesela Cumhurbaşkanı her “CHP zihniyeti” dediğinde, halkın bir bölümünü diğerine karşı kışkırtmış ve suç işlemiş mi oluyor? Elbette hayır.
Her futbol maçında hakemler hakkında neler söyleniyor, zaman zaman belirli meslek grupları için hakarete varan ağır eleştiriler yapılıyor. Nüfusun yarısını oluşturan kadınlar için ne genellemeler yapılıyor…
Özgür bir toplumda bazen eleştiriler, çok ağır, çok tahrik edici sözlerle dile getirilebilir. Bu kadar alıngan olmaya gerek yok.
Gülşen’in sözlerinde hakaret bulanlar, Gülşen’in kendi özründe söz ettiği gibi “kırılanlar, üzülenler” olabilir, onlara düşen mahkemelere başvurup hakaret davası açmaktır, savcıya gidip kamu davası açmasını istemek değil.
90’lı yılların o karanlığında, Tayyip Erdoğan’ın mahkum edildiği 312. maddeden de, Terörle Mücadele Yasası’nın 7. maddesinden de birkaç kez yargılanmış biri olarak söylüyorum, savcılıklara hiçbir zaman “mevcutlu” olarak götürülmedim, davet geldi, kendim gittim. O yıllarda bir kısmı yakın arkadaşım çok sayıda gazeteci, yazı işleri müdürü hapisteyken o soruşturmalara uğradığımda ve Beşiktaş’taki meşhur DGM binasına savcıya ifade vermeye gittiğimde bir kez bile aklımın kenarından tutuklanmak ihtimali geçmedi.
O yıllar “zulüm” yıllarıydı ama Tayyip Erdoğan tutuksuz yargılandı. Peki bu yılların adı ne?