Seçimin dört adayı var ama hepimiz bu seçimin Tayyip Erdoğan ile Kemal Kılıçdaroğlu arasında geçeceğini biliyoruz.
O yüzden, Muharrem İnce ve Sinan Oğan kusuruma bakmasınlar, bu yazıda bundan sonraki beşinci pazar gününde yapılacak olan seçim öncesinde bu iki ana adayın söylemlerine yakından bakmaya çalışacağım.
İnsanın dünya kuruldu kurulalı en çok ama en çok tükettiği şey, hikayedir. Bu bizim dünyayı anlamlandırma ve anlama çabamızın doğal bir sonucu.
O yüzde belki son 40 yıldır var olan ana pazarlama modası, merkezine hikayeyi alır. Her markanın, her ürünün ve elbette her seçim öncesi politikacıların da birer ‘öykü’sü olsun istenir. Pazarlama iletişimi bu öykü üzerinden ve öykünün kurgusu üzerinden yapılır.
Siyasetçiler, elbette gökten o sabah o seçim için düşmüş kişiler değildir; hepsinin birer geçmişi ve toplumla bunca zamandır kurdukları bir ilişki vardır. Seçim için yapacakları kampanyada oluşturdukları o öykü hem onların geçmiş öyküleriyle çelişmemeli hem de geleceğe ilişkin yeni bir şey söylemelidir.
İşte bu ölçütler içinde Tayyip Erdoğan ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun bizlere bu seçimde anlattıkları öykülere bakınca, insan ister istemez derin farklar görüyor.
İzninizle Erdoğan’dan başlayacağım.
Tayyip Erdoğan, ardında bunca seçim başarısı ve bunca yıllık yönetim deneyimiyle esasen usta bir öykü anlatıcı. Bu oyunun kurallarını Türkiye’de en iyi bilen kişi ve etrafında da bu kuralları çok iyi uygulayan kurmay heyetleri oldu hep.
Geçmişte onun son derece dinamik kampanyalar yaptığını, yol üstünde gelen araştırmaların sonuçlarından hareketle öyküsünde bazı düzeltmeler ve değişiklikler yaptığını, başarıya bu sayede ulaştığını bildiğimiz örnekler de var.
Deprem öncesinde Erdoğan seçim için öyküsünün temel çerçevesini bize büyük bir toplantıyla duyurmuş, ‘Türkiye Yüzyılı’ başlıklı bu öyküyü anlatmaya başlamıştı. Ben o zaman, ‘Bir tarafın beğenelim beğenmeyelim bir öyküsü de var, o öyküyü taşıyan bir kahramanı da’ diye yazıp muhalefeti eleştirmiştim; o sırada 6’lı masa hala toplanmakla meşguldü.
Fakat sonra 6 Şubatta deprem oldu ve bütün hesapların altı üstüne geldi. Kuvvetli başlığına rağmen içi bir türlü tam doldurulmayan ‘Türkiye Yüzyılı’ öyküsü bir kenara bırakıldı, önce ‘Yaparsa Ak Parti yapar, yaparsa Erdoğan yapar’ sloganıyla bir inşaat kampanyasından söz edilmeye başlandı; önceki gün partinin ve Erdoğan’ın seçim beyannamesi açıklandığında gördük ki bir kez daha değişmiş öykü, ‘Doğru adam, doğru zaman’da karar kılınmış.
Baştan söyleyeyim, bu Tayyip Erdoğan’ın kendi seçim ve öykü anlatma tarihinin en zayıf, en içi boş, en bize bir şey söylemeyen sloganı olmuş. Açıkçası aslında arkada geleceğe dönük bir öykü yok; esas olarak geçmişe dönük bir öykü var: ‘Yaptıklarım yapacaklarımın teminatıdır, sen bana güven, gerisini merak etme’ dışında hiçbir şey söylemiyor.
Bu denli pasif bir Erdoğan hikayesi ben hatırlamıyorum. Bir moral bozukluğu, bir motivasyon eksikliği, bir söyleyecek laf bulamama hali var sanki.
Buna karşılık Kemal Kılıçdaroğlu’nun kampanyası çok farklı. Kılıçdaroğlu ‘Sana söz, baharlar gelecek’ diyor; biraz mevsimsellikten de yararlanıyor ve bize oldukça iyimser, güler yüzlü, masmavi gökyüzü vaat eden bir öykü anlatmaya girişiyor.
Öykünün bütün unsurları yeterince belirgin biçimde ortaya çıkmış değil henüz ama zaten kampanya da yeni başladı, henüz doğru dürüst siyasal iletişim reklamları ve afişleri görmeye başlamadık. Öykü o zaman daha fazla ete kemiğe bürünebilir.
Arkasında bunca seçim başarısızlığı, bunca siyasi yalpalama ve bunca yıldır aleyhine birikmiş söylem bulunan Kemal Kılıçdaroğlu’nun topluma iyimser bir ifadeyle ‘nurlu ufuklar’ vaat etmesinin elbette inandırıcılık sorunları var ve olacak.
Ama unutmamak gereken şey şu: Tayyip Erdoğan da, Kemal Kılıçdaroğlu da herkesi birden ve aynı anda iknaya çalışmıyorlar; onların derdi yüzde 50’den 1 kişi fazlayı ikna etmek. Yani kendi hikayelerine inananların sayısının inanmayanlardan daha fazla olmasını sağlamaya çalışıyorlar sadece. Dolayısıyla inanmayanlar hep olacak.
Tayyip Erdoğan 21 yıl sonra ilk kez bize hemen hemen hiçbir yeni şey söylemeden, salt kendi geçmişini ortaya koyarak seçime giriyor; buna karşılık Kemal Kılıçdaroğlu bize güzel yarınlar vaat ediyor. Geçmişte durum tam tersiydi: Erdoğan geleceği, Kılıçdaroğlu geçmişi savunurdu.
Tecrübelerimiz, hem Türkiye’de hem dünyada seçimi pozitif olanın kazanacağını söylüyor, toplumda bir iyimserlik yaratmayı başaranlar seçimi kazanıyor.
Bu haliyle bakınca Erdoğan, mevcudu korumak ve kaybedileni belki yerine geri koymayı vaat etmek dışında bir iyimserlik, bir heyecan vermiyor.
Kemal Kılıçdaroğlu ise geleceğe ilişkin çok sayıda şey söylüyor. Elbette inandırıcı bulmak - bulmamak size kalmış ama en azından çok daha olumlu bir kampanya yürütüyor.