Baştan söyleyeyim, Albert Einstein’ın meşhur “Tanrı zar atmaz” sözünde geçen tanrı, ne Müslümanların Allah’ıdır, ne Hristiyanları Tanrı’sı ne de Yahudilerin Yahweh’i. Onun kastettiği doğanın kendisidir.
Bu sözün söylenmesinin nedeni, kuantum fiziğinin olasılıksal yapısı. Einstein, doğanın kanunlarını bulabileceğimizi söylüyordu, ona göre kuantum mekaniğini olasılıksal hale getiren dostu Erwin Schrödinger’in meşhur “kuantum alan fonksiyonu denklemi” doğayı tarif etmekte “eksik” kalıyordu. O yüzden “Tanrı zar atmaz” demişti; bu işlerin şansa olmadığını anlatmak için.
Öyle ya, belirli bir atom (mesela en basit atom olan hidrojen) her seferinde ortaya hidrojen olarak çıkıyordu. Ortada düzenli yürüyen bir mekanizma vardı. Ama kuantum mekaniği bu mekanizmayı ancak bir olasılık dağılımı olarak görebiliyordu; Einstein o yüzden “Eksik” diyordu, bizdeki yaygın inanışın tersine kuantum fiziğine karşı falan değildi.
Bu konuda yalnız da değildi. Bir Fransız soylusu ve aynı zamanda atom altı parçacıkların aynı anda hem dalga hem parçacık olduğunu bularak Nobel ödülü de almış olan fizikçi Louis de Broglie, bu olasılık dağılımından kurtulmaya, kuantum mekaniğini deterministik yapmaya çalışanların önde geleniydi.
De Broglie, 1927 yılında “pilot dalga” teorisi adını verdiği bir teori geliştirdi. Onun söylediğine göre bir elektronun ne zaman nerede ve hangi enerji seviyesinde belirmesi gerektiğini önceden gidip kontrol eden ve elektrona söyleyen bir öncü “pilot dalga” vardı. Bu dalga keşfedilmeyi bekliyordu, henüz “gizli”ydi o yüzden.
Fakat kuantum mekaniğinin sıkı savunucusu Niels Bohr ve onun etrafında Kopenhag’da toplanan fizikçiler kendi teorilerinde ve Einstein’ın söylediğinin aksine “Kuantum fiziğinin tamamlanmış bir teori” olduğu konusunda o kadar ısrarcıydı ki, sonunda de Broglie kendi teorisinden vaz geçti.
Gerçekten de, “Kopenhag yorumları” olarak adlandırılan kuantum mekaniğini yorumlama biçimi o kadar baskın çıkıyordu ki, farklı yorum getirenleri kolayca susturuyor, başka türlü düşünülmesini bazıları epey belden aşağı yöntemlerle engelliyordu. (Bu yöntemler arasında farklı düşünen fizikçilerin kariyerlerinin daha başlamadan bitirilmesi de vardı.)
David Bohm, Macar Yahudisi bir babayla Litvanya Yahudisi bir annenin çocuğu olarak 1917 yılında Amerika’da Pennsylvania eyaletinde doğdu. 1939 yılında bugün Penn State olarak bilinen üniversiteden mezun oldu, master tezi için CalTech’e California’ya gitti. Sonra oradan San Francisco yakınındaki Berkeley Üniversitesi’ne, meşhur Robert Oppenheimer’ın yanına, teorik fizik bölümüne geçti.
Berkeley’deyken komünist oldu, üniversitedeki çeşitli komünist örgütlerde çalıştı. Sonra Amerika 2. Dünya Savaşı’nda atom bombası yapmak için Manhattan Projesi’ni başlattı, projenin başına da Bohm’un hocası Oppenheimer geldi. O, Bohm’u da Los Alamos’a götürmek istedi ama Bohm’un komünist faaliyetleri onun güvenlik sertifikası almasını engelledi, genç David Berkeley’de kaldı, doktorası için çalışmaya başladı.
İlginçtir, bu çalışması sırasında doğrudan atom bombasıyla bağlantılı bir yayılım denklemi buldu. Ama bulduğu şey anında “gizli” ilan edildi; tabii Bohm’un güvenlik sertifikası olmadığı için kendi bulduğu bu denklemler üzerinde çalışması da yasaklandı.
Bu tuhaf şartlarda doktorasını da alan Bohm, 1951 yılında fizik öğrencileri için kuantum mekaniğini anlatan bir ders kitabı yazdı. Kitap, tamamen Kopenhag yorumları ışığında yazılmıştı. Büyük bir övgüyle karşılandı.
Ancak bir süre sonra Bohm da, 35 yıl önce Einstein’ın düşündüğü gibi düşünmeye, yani “Tanrı zar atmaz” demeye başladı ve kuantum mekaniğiyle ilgili görüşünü değiştirdi; de Broglie’den haberi yoktu ama onun teorisini yeniden buldu. Bugün bu teori “De Broglie-Bohm Pilot Dalga Teorisi” olarak biliniyor.
Ne zaman ki bunu yaptı, başına gelmeyen kalmadı. Kuantum konusundaki farklı düşünceleri komünistliğiyle de birleşince önce Princeton’daki işinden oldu; Amerika’da başka üniversitede iş bulamadı, Brezilya’ya gitmek zorunda kaldı. Bir süre sonra orada da barınamadı, İsrail’e göç etti.
Ama başına gelen tek şey, ülke ülke dolaşması, işsiz ve vatansız kalması değildi. Fizikçi arkadaşlarının çoğu (Einstein hariç) onunla görüşmeyi, yazışmayı kestiler.
Oysa tek yapmak istediği şey, daha önce de anlattım, Schrödinger denkleminin ortaya çıkardığı bir çelişkiden kurtulmak istemekti. Denklem, biz elektronu gözlemeye kalkışmazdan önce mükemmel çalışıyordu ama ne zaman biz gözlem yapsak, denklemin geri kalan bütün olasılıkları çöküyordu. Bu durum, “Tanrı zar atmaz” diyen fizikçiler için çok büyük bir rahatsızlığın konusuydu.
Peki Tanrı zar atar mı, atmaz mı? Bu sorunun cevabını aramaya haftaya devam edelim.