Haksızlık olmasın, başlıktaki soru sadece Hakan Altınay için geçerli değil, bütün Gezi mahkumları, Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ekmekçi için de aynı soruyu soruyorum elbette: Neden hapisteler?
Osman Kavala, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı; öteki isimler 18’er yıl hapisle cezalandırıldılar. Dava şu an istinafta. Sonrasında Yargıtay’ı var. Daha uzun yıllar sürecek bir hukuk lekesinden söz ediyoruz.
Yargı kararının kesinleşmesi uzun yıllar sürecek ama herkes hapiste. “Mahkum oldular, hapse girmesinler mi?” diyenler var; cezası kesinleşene kadar tutuksuz kalan binlerce başka kişi var, onu hatırlatayım.
Daha önce İstanbul’da bir ağır ceza mahkemesi aynı iddianameyle yapılan yargılamada beraat kararı vermişti. O mahkemenin heyetinin başına gelmeyen kalmadı sonra. Yeni gelen mahkeme Nisan ayında bu kez az önce saydığım mahkumiyet kararlarını verdi, sıkıysa vermesin. Ne oldu arada, yeni deliller mi bulundu, yeni tanık ifadeleri mi ortaya çıktı? Hayır. Bu 8 insanı yargılatan irade, onların mahkum da olmasını, hapse de girmesini istiyordu. O iradenin lafının üstüne laf söylenebilir mi?
Yargının kocaman bir araç haline gelmesine, siyasi iktidar ve onun yönlendirdiği kamuoyu öyle istedi diye insanların hayatlarının karartılmasına alışmamalıyız. Ama bizden buna alışmamızı istiyorlar.
Mahkum edilen insanlar arasında yakından tanıdıklarım, “arkadaşım” dediklerim var. Bu insanların hiçbirinin bırakın eline silah almayı, Gezi olayları sırasında bir ağaç dalı aldıklarını bile sanmıyorum.
Ama mahkeme onları unsurları arasında “cebir ve şiddet kullanmak” da bulunan bir yasa maddesinden mahkum etti.
“Gezi’de vandallık oldu, şiddet oldu…” Doğru, oldu. Oldu ama şiddeti bu mahkum edilen 8 kişi mi uyguladı? Veya şiddet uygulayanlara talimatı bu 8 kişi mi verdi? Nerede kanıt?
Türkiye tarihinde mahkemeler yoluyla hayata geçirilen çok büyük haksızlıklar, adaletsizlikler var.
İnsan saymaya kalksa nereden başlayacağını bilemiyor. Kurtuluş Savaşı kahramanlarını idama mahkum eden İstiklal Mahkemeleri’ni de gördük bu ülkede, tamamen uydurma suçlarla Nazım Hikmet’e hayatı zindan edip onu hapisten hapise yollayan mahkemeleri de… Demokrat Parti’yi ve dönemin meşru hükümetini yargılayan kukla mahkemeyi de gördük, 12 Mart’ın 12 Eylül’ün askeri mahkemelerini de… Bülent Ecevit’i yazı yazdı/demeç verdi diye, Tayyip Erdoğan’ı şiir okudu diye hapse attı mahkemeler; Yaşar Kemal gibi bir devi Alman Der Spiegel dergisine yazı yazdı diye yargılayıp mahkum ettiler de hapse atmaya cesaret edemediler; daha yeni yazı yazmaktan konuşmaktan başka bir şey yapmayan Ahmet Altan’ı, Nazlı Ilıcak’ı, Şahin Alpay’ı ve sayamadığım kadar çok insanı hapislere attılar…
Daha çok sayarım Türkiye’nin düşünceyi ifade özgürlüğüyle bitmek bilmeyen imtihanını ve siyasi yargılamalarını.
Ama Gezi Davası’nın bütün bu uzun adaletsiz ve siyasi yargılama tarihinde tamamen ayrı bir yer tuttuğunu düşünüyorum.
Bu dava o kadar uydurma suçlar üzerine kurulu, o kadar sırıtan bir intikam davası ki, onu hukuk veya insan hakları kavramı içinde konuşmaya imkan yok. Uydurmasyon suçlarla düzenlenen bir mahkeme tiyatrosu bu dava; illa başka bir şeye benzeteceksek İstiklal Mahkemeleri’nin bazı yargılamalarına ve 27 Mayıs darbesinin Yüksek Adalet Divanı yargılamasına benziyor. Karar önceden bir irade tarafından verilmiş, mahkeme üzerine düşen görevi yapıyor sadece.
İki gün önce bu gazetenin “Görüşler” sayfasında Hakan Altınay’ın bir yazısı yayınlandı. Hep yüzünde gülümsemesiyle bildiğim, her zaman her konuya bardağın dolu tarafına bakarak yaklaşan iflah olmaz bir iyimser olan Hakan, bundan sonra nesiller boyu konuşulacak bir haksızlığın kurbanlardan biri olarak Silivri cezaevindeki hücresinden bile meselelere olumlu tarafından yaklaşmayı bırakmamış.
Şuna inanıyor: Birbirimizi dinler ve anlamaya çalışırsak buradan iyi bir şey çıkarabiliriz.
Yazısını “Daha kardeşçe bir Türkiye istiyorsak, buna inanıyorsak, hepimize düşen işler var. Ne mutlu ki sorun da biziz, çözüm de… Kendi göbeğimizi kesecek, kendi yaralarımızı iyileştirecek, kendi hikayemizi yazabilecek güce, beceriye sahibiz. Seçim sadece ve sadece, bizim hepimizin” cümleleriyle bitirmiş.
Bu yazıyı okuduğumda kendimi onun yerine koymaya çalıştım. Acaba ben olsam Silivri Cezaevinde bir hücrede yatan, aynı yazıyı yazabilir miydim? Beni hapse atanlardan ve hapse atılmamı destekleyenlerden aynı nazik cümlelerle söz edebilir miydim? Hiç sanmıyorum.
O yüzden, kendimi dizginlemeye çalışarak soruyorum: Hakan neden hapiste? Osman Kavala, Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ekmekçi neden mahkum edildi?
Yassıada’daki kukla mahkemenin başkanı “Sizi içeri tıkan irade böyle istiyor” demişti.
O iradenin kim ve ne olduğu belliydi. Şimdiki irade kim?