Sadece Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında aydın kamuoyu, Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesinin ardından ciddi bir bölünme yaşıyor.
Özellikle sol aydınlar arasında hayli yaygın bir görüş, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmakta haklı olduğunu öne sürüyor, “Çünkü” diyor bu görüşü savunanlar, “Ukrayna NATO’yu Rusya’nın burnunun dibine getirdi, tahrik etti. Rusya güvenlik endişesiyle saldırdı.”
Bu görüş her bakımdan son derece tartışmalı bir görüş. Çünkü, olgusal hatalar içeriyor.
NATO, Ukrayna ve Gürcistan’ı 2008 yılında, yani bundan 14 yıl önce üye yapmak istedi ama başta Almanya olmak üzere bazı üyeler karşı çıktığı için bu üyelikler gerçekleşmedi.
Son dönemde, Zelenski’nin Cumhurbaşkanı olması sonrası Zelenski 2014’te Rusya tarafından işgal edilen Kırım dahil Ukrayna topraklarını kurtarmaktan söz etmeye başlayınca Rusya Ukrayna sınırına asker yığdı.
Zelenski bunun üzerine bir kez daha ve ümitsizce NATO’ya üyelik için başvurdu. NATO evet de demedi, hayır da. Hatta Amerika bir numaralı ağızdan, “Biz Ukrayna’yı korumak için savaşmayacağız” bile dedi. Rusya’yı tahrik ettiği söylenen davranış bu.
Şu anda Rusya çok daha büyük ve bu kez gerçek bir tahrikle karşı karşıya. 1000 kilometreden fazla doğrudan sınırı olan, ikinci büyük şehri St. Petersburg’a taş atımı mesafesindeki Finlandiya NATO’ya üye oluyor. Sadece o da değil, tarihte defalarca savaştığı ama son 200 yıldır tarafsızlık politikası izleyen İsveç de NATO’ya giriyor.
Üstelik bu iki ülke, normalde yıllar sürebilen bu işlemi “hızlandırılmış” olarak yaşayacaklar. Şimdilik bir tek Türkiye’nin teknik bazı itirazları var ama süreç devam ediyor. Yakında NATO üyeleri oylama yapacak, en sonunda da 30 üye ülke parlamentosu iki yeni üyenin katılımını oylayıp kabul edecek. Birkaç ay sonra Finlandiya ve İsveç tamamen NATO üyesi olacaklar buz hızla giderse.
Ukrayna’nın NATO’ya hiçbir zaman üye olamayacağını, çünkü Rusya’nın caydırıcı gücünden çekinildiğini sağır sultanın bile bildiği dönemde bu ülkeye saldıran Vladimir Putin, şimdi sahiden üye olan İsveç ve Finlandiya’ya, ama en çok da sık sık aşağıladığı Finlandiya’ya ne yapacak?
Putin bir seferinde, “Lenin’in en büyük hatası” demişti, “Finlandiya’ya bağımsızlığını vermekti.”
Acaba bugün Ukrayna’da bir bataklığa saplanmışken, askeri gücünün sınırları ciddi biçimde tartışılır olmuşken ve olmayan askeri kaynaklarını Ukrayna topraklarında tüketmişken Putin, Finlandiya ve İsveç’e bir şey yapabilir mi? Hayır, yapamaz.
Peki acaba “Rusya, Ukrayna’ya saldırmakta haklıydı” diye düşünenler bugün Rusya Finlandiya ve İsveç’e saldırsa aynı fikri tekrar eder mi? Veya saldıramayınca ne düşünür?
Bana soracak olursanız mesele şu: Rusya’nın Ukrayna’ya saldırması ama askeri olarak başarısız olması, dünya üzerinde Amerika’yı ve Amerikan askeri gücünü bir nebze olsun dengeleyecek bir unsur arayanları ciddi hayal kırıklığına uğratmış durumda.
Amerika, biraz da durduk yerde ve tek kurşun atmadan Rusya’yı neredeyse silmeyi başarmış durumda ve bu da herkesi tedirgin eden bir durum.
Bu tedirginliği konuşmak, Amerika’nın artık sınırsız gibi gözüken gücünü dengelemek için yaratıcı fikirler ortaya atmak dururken Rusya’nın haksız ve vahşi saldırısını savunmak son derece acıklı bir durum.
Gerçek şu ki, Amerika’nın dünya üzerinde yegane başat güç olarak kaldığının bir kez daha kafamıza kakılarak anlaşılması, Türkiye’den Çin’e, Avrupa’dan Afrika’ya ve Ortadoğu’ya kadar pek çok yerde 90’ların dış politikasına dönüşü tetikliyor, tetiklemeyi bırakın bir yerde zorunlu kılıyor.
Soğuk savaşın yegane galibi Amerika, “Yeni dünya düzeni”nden söz ediyordu 90’larda. Clinton yıllarıydı, küreselleşme yükselişteydi.
Türkiye, Clinton rüzgarıyla da birleşip Orta Asya’ya açılmak, buraları Rusya etkisinden kurtarmak istiyordu. Bakü-Ceyhan boru hattı zor da olsa başarılmış, Türkmenistan’dan doğrudan doğal gaz boru hattı projeleri konuşulur olmuştu. Bu dönem, Irak işgali sonrası Amerikan gücünün meşruiyetinin tartışıldığı yılların ardından Vladimir Putin’in 2007 Şubat ayında yaptığı bir konuşma ile sona ermeye başladı. Rusya adım adım Amerika’yı dengelemeye çalışmaya başladı, tarihteki eski rolünü yeniden almak istedi. Ama o istek de Ukrayna’da duvara çarptı.
Şimdi eğer Rusya’nın Amerika’yı dengeleyemeyeceği ve artık büyük bir güç olmadığı görüşü geçerliyse, uluslararası jeostratejik dengeler de 90’lı yıllara geri dönecektir. Yani yeniden tek kutuplu dünyaya dönüyoruz.
Bu durumun Türk dış politikasına, en çok da Tayyip Erdoğan’ın uygulamak istediği “bağımsız” politikaya bir dizi etkisi olacak.
Erdoğan bu politikayı Avrupa’nın etkisizleşmesi ve Rusya ile ABD’yi yer yer dengeleyebilmesi sayesinde kısmen uyguluyordu.
Bugün o denge ortadan kalkınca, Amerikan çıkarlarıyla örtüşmedikçe Türkiye’nin kendi başına hareket etmesi çok zorlaşacaktır.
Amerika’yı dengelemek isteyen Türkiye’nin yegane şansı yeniden Avrupa’ya yaklaşmaktan başka bir şey olmayacaktır.