Adını doğru koyalım: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yaptığı, piyasaya karşı savaştır. Ve bu savaşı kaybetmeye de mahkum Cumhurbaşkanı.
Nasıl yapıyor bu savaşı Erdoğan? Merkez Bankası Başkanı’na “Dediğimi yapmazsan seni işten atarım” diyor ve bankanın belirlediği politika faizini yüzde 15’e düşürtüyor.
Ne demek “Merkez Bankası politika faizi?” Merkez Bankaları, dalgalı kur sisteminde kurun seviyesi üzerinde bir kontrol sağlayamadıkları için, hem döviz kuru hem de fiyatların genel seviyesini kontrol edebilmek amacıyla piyasadaki TL miktarı üzerinde oynarlar.
Eğer piyasada çok fazla TL olursa, bu para hem fiyatların artmasına sebep olabilir hem de dövize yönelmeye. Miktar çok az olursa da, bu kez başka sıkıntılar doğabilir, piyasa kilitlenebilir, ekonomi yavaşlayabilir, insanlar tüketimden kaçınabilir, yatırım iştahı kesilebilir.
O yüzden Merkez Bankaları, piyasaya verecekleri TL’nin fiyatı anlamına gelen politika faizini bir çeşit “altın oran” gibi ince eleyip sık dokuyarak belirlerler.
Teknik olarak bu faiz oranı, Merkez Bankası’nın bankalara haftalık vadeyle borç verme faizidir.
Erdoğan’ın emriyle faizi yüzde 15’e düşürdüğü günden bir gün önce Merkez Bankası bankalara haftalık repo ihalesi açtı. Bankalardan gelen talebin 69 milyar liralık kısmı karşılandı ve faiz yüzde 17’nin üzerinde oluştu. Yani, banka piyasayı kendi ilan ettiği (o gün henüz yüzde 16’ydı) faizden değil daha yüksek faizden fonladı. Bunu yaparken ne nass dinledi, ne başka bir şey.
Önceki gün, yani doların 13,46’ya kadar yükseldiği, şimdiden “Kara Salı” adı verilen gün, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi TL cinsinden borçlanmaya çıktı. İki yıl vadeli borç aldı Hazine, faizi yüzde 20,77 oldu. Piyasa ne nass dinledi, ne başka bir şey, faizi yükseltti.
***
Bir örnek vereyim, durumun vahametini anlayın: Hazine’mizin Ocak ayında dış borcu 105,4 milyar dolardı ve o tarihte bunun TL karşılığı 773 milyar liraydı. (Burada bir konuyu not edin: Bu rakam Hazine’nin yabancı para cinsinden bütün yükümlülüklerini gösteren bir rakam değil, Türkiye’nin kamu dış borcu hiç değil. Onları da eklediğinizde rakam çok büyüyor, ilaveten özel sektörün (bankalar ve şirketler) döviz cinsinden borçları da var, onlar da hesabımızın dışında.)
Doların fiyatı yılbaşından önceki akşam saatlerine kadar yüzde 73 artmıştı. Yani Hazine’nin borcu sabit kalsaydı bile (sabit de kalmadı, arttı) o borcun vadesi geldiğinde kasasından çıkaracağı TL karşılığı (şimdilik) yüzde 73 oranında arttı.
Tabii, haksızlık etmeyelim; bu borç bir stok, akım değil. Bir günde geri ödenmeyecek, çoğunlukla o borcu ödemek için yeniden dövizle borçlanılacak vs ama son tahlilde Hazine’nin daha fazla TL’ye ihtiyacı olacak. Kaldı ki Hazine’nin TL ihtiyacının artacak olmasının tek sebebi dış borç servisi de değil, doğal gaza ve elektriğe verilen sübvansiyonlar, SGK faturasında dolara bağlı artış, garantili yol, köprü ve havaalanlarına ödemeler vs hep Hazine finansmanı ihtiyacını büyütecek.
Hazine bu fazladan TL’yi nereden bulabilir? Dört ana kaynak var. Birincisi vergi gelirleri, yani vergileri arttırabilir parlamento. İkinci kaynak içeriden borç almak; bu içeride TL sıkışıklığı yaratacağı için faizleri artırır; üçüncüsü para basmak. Dış borcu dış borçla ödemeyi daha önce söyledim.
Bu seçeneklerden birincisini hiç saymayalım; çünkü üzerimizdeki vergi yükü zaten çok fazla, daha da arttırmak bir verim sağlamayacaktır. Vergilerin artması enflasyonu da arttıracak, o da yine faiz artışına sebep olacaktır.
İç borçlanmada faizin zaten arttığını az önce yazdım. Daha borçlanırsanız daha da artar faiz; zaten önümüzdeki yıl bunu göreceğiz, Hazine borçlanmasında hem vade kısalacak hem faiz artacak. Erdoğan kaybedecek.
Para basmak, dövize olan talebi de enflasyonu da patlatacaktır. Enflasyonu yeniden 90’lı yıllar, hatta 2001 seviyelerinde görürsek şaşırmayalım. Onun sonucu faizlerin de astronomik seviyelere gelmesi olacak. Yani, Erdoğan yine kaybediyor.
Dış borcu daha fazla dış borçla ödemek ise yaptığımızın bir “Kurtuluş Savaşı” değil tam tersine mandacılık olduğunun itirafı olur.
Ama göreceksiniz, Erdoğan yönetimi eğer iktidarda kalmaya devam ederse (yani erken seçime gitmezse) yılın ortasına varmadan bu seçeneklerin hepsini birden devreye alacak.
O gün geldiğinde ne “Ekonomik Kurtuluş Savaşı”ndan söz eden olacak ne de faizleri çok yükselttiği için Erdoğan çıkıp hesap verecek, “Yanlış yaptım, pardon” diyecek.
***
Belki adını yanlış koydum. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın savaşı “piyasa” denen belirsiz aktöre karşı değil. Erdoğan, daha çok matematikle ve bilimle savaşıyor.
Böyle bir savaş başlatıp da kazananı tarih yazmadı.
Bu savaşın kaybedeni Erdoğan olmayacak sadece; hepimiz kaybedeceğiz, düne göre çok daha fakir olacağız.