Hazine ve Maliye Bakanımız daha düne kadar dünyanın en ucuz faizli kredi veren ülkesi olduğumuzu övüne övüne anlatıyordu.
Yalan da değil; hala daha Türkiye yaşadığı yüzde 60’ın üzerindeki ve beklediği yüzde 80’e yakın enflasyona rağmen ticari kredilerini yüzde 30-32 gibi faizlerle dağıtan bankaların olduğu bir ülke.
Parasal genişlemenin kitabını yazıyoruz; matematiğe ve mantığa kafa tutuyoruz.
Para o kadar bol ve hiç azalmayacakmış gibi duruyor ki, bankalarımız Hazine’ye borç verirken enflasyon eksi 2-3 puanlardan borç veriyor. Aynı banka için öbür türlüsü, yani parayı Hazine’ye vermeyip elde tutmak veya müşteriye kredi olarak dağıtmak daha pahalı çünkü.
Hiçbir şeyi normal olmayan ve neredeyse bütün aklı başında aktörlerinin yegane önceliğinin “hayatta kalmak” olduğu bu ülkede, Hazine ve Maliye Bakanı da bununla övünüyor, “Merkez Bankası faizini anlamsız hale getirdik” diyor. Sadece faizi değil Merkez Bankasını bir kurum olarak anlamsız hale getirdi aslında.
Piyasadaki para bolluğunun sebebi, Merkez Bankası’nın siyaset zoruyla faiz indirmesi. Aynı anda hem enflasyonu hem döviz kurlarını patlattı bu hareket, ve elbette beraberinde TL bolluğunu getirdi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ekonomi canlansın istiyordu; bunu yapmanın yolunun da şirketlere kredi dağıtmak olduğunu düşünüyordu.
Para bollaşınca bankalar mecbur kalacak, kredi dağıtacaktı. Öyle de oldu. Türkiye benzerini 2020 yılında Nisan-Haziran arasında yaşadığımız ve bugünkü yüzde 60’lık enflasyonun kök sebepleri arasında ilk sıralarda yer alan kredi genişlemesinin bir benzerini geride kalan hafta sonuna kadar yaşadı.
Merkez Bankası’nın kendi yayınladığı grafiklere bakılacak olursa, kur etkisinden arındırılmış kredi büyümesi yüzde 40’ın üzerine çıkmış durumda. Kıyaslama için söyleyeyim, 2008-2020 ortalaması aynı hafta için yüzde 20 değildi.
İşte Hazine ve Maliye Bakanı’nın övündüğü tablo buydu ve kimse ona bununla övünmemesi gerektiğini söylememişti anlaşılan. Nebati’nin kendisi ucundan kenarından iş hayatına bulaştığı için, bankadan kredi almanın her şart altında iyi bir şey olduğunu düşünüyor olabilir. Hayır değildir. Krediyi ne için ve ne şartla aldığınız daha önemlidir.
Türk özel sektörü kabaca 2016’dan beri bir sıkıntıdan diğerine koşuyor. Ülkemizde çoğu şirket işletme sermayesini kaybetmiş durumda. İşletme sermayesi, biliyorsunuz üretim için gereken alımları yapmak, maaşları vergileri vs ödemek için kullanılan bir şey.
Hiçbir aklı başında iş insanı çalışanlarının maaşını ödemek için bankadan kredi çekmez; çekerse de mecbur kaldığı için bunu yapar ve krediyi çok kısa vadeli çeker.
Normali şirketlerin yatırım yapmak için kredi almasıdır. Yapacağı yatırımla kâr elde etmeyi, böylece krediyi geri ödemeyi umar şirket.
2017’de Mehmet Şimşek’in ekonomiden sorumlu olduğu dönemde icat edilen Kredi Garanti Fonu ve o yolla dağıtılan muazzam kredinin şirketler tarafından yatırım amacıyla değil yüzde 93 oranında işletme sermayesi ihtiyacını karşılamak için kullanıldığını biliyoruz.
2020’de, salgının ortasında dağıtılan krediler de bu amaca hizmet etti. Şimdi de aynısı oluyor. Ortada bir yatırım falan yok; patlayan ticari krediler şirketlerin işletme sermayesine gitti.
Bana soracak olursanız işletme sermayesi ihtiyacı olmayan şirketler bile bu krediyi alabilmek için banka kapısına dayandı; kendi parasıyla dolar aldı, bankadan gelen krediyle maaşları ödedi.
Bu kadar ucuz kredi sahiden büyük bir fırsat; enflasyon patlamadan parayı alıp enflasyondan korunacağı bir limana park etmek bile durduğun yerde kâr etmeye yeterli.
Ama Merkez Bankası cumartesi sabahı herkesi şaşırtan bir kararını duyurdu: Artık bankalar dağıttıkları ticari krediler için de yüzde 10 karşılık ayıracaktı.
Dünyanın geri kalanı için de muhtemelen öyledir, ilk kez bankacılık sektörünün bilançosunun aktif tarafı için zorunlu karşılık uygulaması yapılıyor. Bu uygulama, piyasadaki para miktarını azaltmayı, kredileri pahalandırmayı hedefliyor.
Şimdi çok merak ediyorum Bakan Nebati cumartesi sabahı devreye gireceği duyurulan bu yeni uygulamayı nasıl anlatacak? Pazar günü İstanbul Ticaret Odası’nda iş insanlarına konuştuğunda bu kredi mevzusuna hiç girmemeyi tercih etti bakan. Ama sonuna kadar susacak değil ya, daha geçen hafta övündüğü kredi genişlemesinde frene basılmasını bir biçimde bize izah edecek herhalde.
Ticari krediler pahalanacak ama sanmıyorum ki o kadar da pahalansın, hala enflasyona göre negatif faizle verilmeye devam edecek.
Sorumuz şu: Bu düzen, lastiği patlatmadan veya bir uçurumdan aşağıya yuvarlanmadan daha ne kadar sürdürülebilir?
Cevabı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yüzde kaç enflasyona kadar tahammülü olduğuna bağlı.
Yarın enflasyonun geçici sebeplerle olmadığını, bu uygulamalarından kaynaklandığını anlamaya başladıklarında ne yapacaklar?