İYİ Parti lideri Meral Akşener, daveti neredeyse bir ay önceden yapılan Afyon Kocatepe konuşmasını cumartesi günü yaptı. Böyle çok önceden ilan edilince, ben ve benim gibi pek çok kişi ister istemez, ‘Herhalde Akşener partisi için yeni bir manifesto açıklayacak’ diye düşündü. Ama konuşmada o manifesto yoktu.
Konuşmanın olumlu bölümü, Akşener’in seçim sonuçlarıyla ilgili olarak ‘ama’sız, ‘ancak’sız, bahaneye sığınmaksızın seçmenden özür dilemesi ve özeleştiri yapmasıydı. Keşke benzer bir özeleştiriyi CHP ve lideri Kemal Kılıçdaroğlu da yapsa, hayal kırıklığına uğrattığı seçmene özür borçlu olduğunu hatırlasa…
Ancak, Meral Akşener’in özeleştirilerini ne kadar değerli bulursam bulayım, özel olarak Akşener ve partisinin, genel olarak da muhalefetin anlayışının hala seçim günü hangi çıkmazın içindeyse tam orada durmakta olduğunu, yeni bir fikir geliştiremediğini, kendine bir çıkış bulamadığını görmek de çarpıcıydı.
Meral Akşener de için için bu çıkmazın farkında, önerdiği şey ‘Seçime herkes kendi başına gitsin’ demek oldu. Ama bu da yumuşak biçimde söylendi, dönüldü dolaşıldı işbirliklerine hazır olunduğu vurgulandı.
Belki şöyle değerlendirmek mümkün: Akşener ileri gitmek istiyor gidemiyor, geri dönmek istiyor, dönemiyor.
Çaresizliğini ‘Bu ittifaklar siyaseti mahvetti’ mealinde bir cümleyle ifade etmiş. Karşıda bir ittifak olunca, mecbur siz de ittifak oluyorsunuz demeye getiriyor.
CHP ile İyi Parti’nin ittifakının siyasetinin doğasına çok uygun olmadığını hepimiz biliyoruz; bu ittifakı o doğaya uygun kılmanın yegane yolu birbirine hiç benzemeyen iki partinin ‘Erdoğan karşıtlığı’nda yan yana olmasıydı, nitekim 2017’den beri bazen resmen devam eden bazen etmeyen ittifaklarında bunu yapıyorlar.
İyi Parti her seçimden sonra CHP ile ittifakının seçim için yapıldığını, seçimle birlikte sona erdiğini ilan ediyor, ama iki parti uzaklaşsalar bile bir arada durmaya, yarın yeniden ittifak yapabilirlermiş gibi birbirlerine dikkatli davranmaya devam ediyor. Esasen bugün de durum bu. Bakın, Kemal Kılıçdaroğlu, ‘Akşener’e cevap vermem nezaketsizlik olur’ dedi bile.
Seçimde yüzde 10 civarında oy alan bir partinin genel başkanı olarak Meral Akşener’in elbette bir gücü var. Ama ona bu gücü veren şey, aynı zamanda güçsüzlüğü. Çünkü ona o oy en temelde Erdoğan’a (ve Devlet Bahçeli’ye) karşı olduğu için verildi. ‘Ben artık eskisi kadar erdoğan karşıtı değilim’ dediği anda (CHP’den tamamen kopmak bu anlama gelir) elindeki yüzde 10’un önemli bölümünü kaybedebilir.
Uzaktan baktığınızda, Türkiye’de hep siyasi yelpazenin sağ ucunda kalan milliyetçi siyasetin 14 Mayısta yüzde 25 civarında oy aldığını görüyor ve şaşırıyorsunuz. Milliyetçi siyaset, 90’lı yıllardaki CHP-DSP bölünmesi gibi özel bir dönemden mi geçiyor? Büyük ihtimalle evet. 14 Mayısa milliyetçi tabana yaslanan üç parti birden katıldı. Ve bu üçe bölünmüşlük ilginç biçimde toplam pastayı büyüttü, küçültmedi.
Böyle bakınca İyi Parti’nin yerinin bir yeni ‘milliyetçi ittifak’ veya pek de yaratıcı olmayan bir isimle ‘milliyetçi lig’de olduğunu düşünmek mümkün. Nitekim parti içinde eminim pek çok kişi böyle düşünüyor.
Ama o ‘lig’e katılmanın bir bedeli var: Erdoğan karşıtlığından vaz geçilmese bile en azından dozu azaltmak. Bu dozu azaltmanın bedeli İyi Parti için yüksek olabilir, daha doğrusu getirecekleri götüreceklerinden az olabilir.
Meral Akşener, ‘Siyaset rakamlarla ve masa başı hesaplarla yapılacak şey değil’ derken doğruyu söylüyor ama partisinin siyasetsiz bir siyaset yaptığına ilişkin eleştirilere cevap vermiyor. Akşener’i ve İyi Parti’yi siyasetsiz siyaset yapmaya zorlayan şey, tam da anlatmaya çalıştığım şey. Türkiye’de siyaset adı verilen şey adeta tek bir sorunun cevabına indirgenmiş durumda. Erdoğan’dan yana mısın, karşı mısın?
Bu indirgemeciliğin yaşanmasında Meral Akşener’in küçük de olsa bir payı var. Ve ilginçtir, bu indirgemecilik ne Erdoğan’ı rahatsız ediyor ne de onun en azılı karşıtı olan CHP’yi. Onlar bu indirgemecilikten, kutuplaşmadan kazandıklarını görüyorlar; kaybedenler araya sıkışıp potansiyelini gerçekleştiremediğini düşünen milliyetçi partiler.
Akşener, benim anladığım önünde iki yol olduğunu düşünüyor:
1. ‘Biz ayrı bir partiyiz ve öyle kalacağız’ der, hiçbir işbirliğine veya ittifaka girmeden, Erdoğan karşıtlığı dozunu da azaltmadan seçimde şansını dener; 2. 14 Mayıs öncesi Gelecek ve Deva gibi partilerin yaptığı pazarlığı kendine örnek alıp CHP ile yerel seçimde daha iyi bir pazarlık yapıp daha çok belediye başkanlığı ve Meclis üyeliği kapmaya çalışır.
Şu an Akşener her iki yol için de seçeneklerini açık bırakmış, hatta çoğu siyaset yorumcusuna göre aslında ikinci yolu tercih etmiş durumda.
Şunu unutmayın: Akşener’in önünde olduğunu düşündüğü iki yol da hala siyaset içermiyor, Akşener’den bir manifesto bekleyenler daha çok bekleyecek.
Akşener, dinleyici buldukça, kulağa hoş gelen ama aslında içi boş konuşmalar yapmaya devam edecek.