Karl Marx, meşhur makalesinde “Tarih tekerrür eder, ilkinde trajedi, ikincisinde fars olarak” demişti.
Böyle deme sebebi, Karl Marx’a “Komünist Manifesto”yu yazdıran Paris Komünü’nü bastırmak için 1848’de Fransa’ya Cumhurbaşkanı seçilen 3. Napolyon’un üç yıl sonra, 1851’de kendi kendine darbe yapıp kendini “imparator” ilan etmesiydi.
Marx, İngilizce başlığı “The Eighteenth Brumaire of Louis Napoleon” olan makalesinde, tarihteki ilk Napolyon ile onun yeğeni 3. Napolyon’un (Louis Napoleon) iktidara gelişlerini kıyaslar.
Benim de aslında yanlış alıntıladığım cümlenin tamamı şöyledir: “Hegel, bir seferinde bütün büyük tarihi olayların ve kişilerin tarihte ikişer kez ortaya çıktığını söylemişti. Ama şunu eklemeyi unutmuştu: İlk seferinde bir trajedi olarak, ikinci seferinde ise fars olarak gelirler.” Makale böyle başlar.
Biliyorum ki ülkemizde her birimiz aslında birer strateji dâhisi ve “Büyük resmi görme” ustasıyız.
Son on yıldır maç yayını dışında canlı TV seyretmeyen biri olmama rağmen, iki gecedir bizim televizyonlarımızda boy gösteren kadrolu veya gönüllü ‘konuşan kafa’ların kendilerince ne büyük jeo-strateji okumaları yaptığını, “büyük resmi” nasıl gördüklerini herkese anlattığını, Rusya’yı veya Ukrayna’yı veya NATO ile ABD’yi nasıl suçlu ilan ettiklerini kolayca tahmin edebiliyorum.
İzlemediğim için bilmiyorum, acaba bizim televizyonlarımızda boy gösteren nevzuhur strateji dehaları içinden Marx’ın bu sözünü hatırlatan hiç oldu mu? Çünkü, pek çoğunun “soğuk savaş geri geldi” cümlesini kurduğuna neredeyse adım gibi eminim. Merakım şu: İlk soğuk savaşı bir “trajedi” olarak niteleyip ikincisi oldukları bu yeni soğuk savaşı “fars” veya “komedi” olarak gören oldu mu hiç içlerinde?
Rusya’nın Ukrayna’yı işgale başlamasıyla birlikte tarihte tekerrür eden yegane şey soğuk savaş da değil üstelik. Bir de dayanılmaz cazibesiyle insanları kendine çeken Hitler-Putin benzetmesi var.
Ama tabii Hitler’in bütün Avrupa’yı işgal etmesine “trajedi” demek kolay da, Putin’in (şimdilik) sadece Ukrayna’ya girmesini “fars” olarak nitelemek ne kadar doğru olur, bilemedim.
Fakat tabii Hitler-Putin benzetmesi orada bitmiyor. Malum, Putin ile Donbas hakkında pazarlık yapılmasını “Münih Sendromu”na benzeten çok oldu. Batı, savaşı önleriz sanısıyla 1938 Eylül’ünde Münih’te Hitler’e Çekoslovakya’nın “Südetland” bölgesini verip Çek’leri bir başlarına nasıl bıraktıysa, bu sefer de Donbas’ı Putin’e vererek Ukraynalıları bir başına bırakıyordu.
Ama o da ne, Putin bütün Ukrayna’yı istedi ve şu anda da alıyor. “Donbas’la yetinse, Batı yine bağırıp çağıracaktı ama bunun büyük sonuçları olmayacaktı” diye akıl verenler de oldu eminim.
Hitler, Südetland’ı yuttuktan sonra Polonya’ya saldırmak, ardından da Fransa’yı feth etmek için 10 ay beklemişti. Putin hiç beklemeden Ukrayna’yı yutmaya kalkıştı.
Böyledir işte, diktatörlerin tarihi “kaçırılmış fırsatlar” tarihidir aynı zamanda. Aynen kumarbazların masadan zamanında kalkmayı bilememesi gibi diktatörler de nerede duracaklarını bir türlü bilemezler.
Hitler, Südetland’la yetinseydi, Avrupa’nın saygın devlet başkanlarından biri muamelesini görmeye devam edecekti. Duramadı. Hadi Polonya’yı ve Fransa’yı aldın, İngiltere’yi büyük ölçüde pasifize ettin, orada dur değil mi? Hayır, o döndü Rusya’ya saldırdı.
Putin, Ukrayna’dan sonra Belarus’un zaten olmayan egemenliğine de göz dikmiş durumda. Belarus her an Rusya Federasyonu’na “katılmaya” karar verebilir, egemen bir devlet olmaktan çıkıp bir “federatif devlet”e dönüşebilir. Bir sonraki adım ise Moldova’yı yutmak olacaktır. Bizim strateji uzmanlarımız çoktan haber vermiştir: Moldova, Romanya’ya katılma arayışında.
Bakın, ben de kendimi alamıyorum, ‘büyük resim’e kendi bakışımı yegane gerçekmiş gibi yazmaya başladım bile.
Çünkü ‘Büyük stratejik oyun’ları teşhis etmek ve o konuda yüksek fikirler beyan etmek bizim bir nevi milli sorumuzdur; bunu yaptığımız zaman kendimizi iyi hissederiz, en önemlisi bilgili görgülü hissederiz.
Ama hiç düşünmeyiz, bu kadar çok insan bir bakışta Amerika’nın, Rusya’nın, Avrupa Birliği’nin güçlü ve güçsüz yanlarını görebiliyor, onların oyun kurgularını anlayabiliyorsa, belki de bunu yapmak hiç de zor bir şey değildir.
Zor olan ne biliyor musunuz, trafik ilerlemez hale gelince torununu kucağına alıp Polonya sınırını yürüyerek geçmeye çalışan o dedenin duygularını idrak etmek ve sonra da yazmak.
Zor olan, çaresizce Türkiye’ye dönmeye uğraşan üniversite öğrencisinin THY’nin sitesine girdiğinde bilet fiyatının 6 kat arttığını gördüğü anda yaşadığı çaresizliği idrak etmek.
Zor olan, Volodimir Zelenski’nin ülkesini ayazda yalnız başına bırakan Amerikan Başkanı dahil dünya liderleriyle yine de telefonda konuşmaya devam etmesi, çaresizce onlardan yardım istemesi.
Yoksa, büyük resmi yazmanın dayanılmaz bir cazibesi olduğunu hepimiz biliyoruz. Çünkü çok kolay.