Medyamızın Glasgow’da başlayan İklim Zirvesi’ne hiç ilgi göstermeyeceğinden de, küresel ısınmanın “sıkıcı” bir konu olarak görüldüğünden de adım gibi eminim.
Bu yazıyı da kaç kişinin okuyacağını bilmiyorum ama okunmamayı göze alarak küresel ısınma yazacağım.
Dünyamızda bir hayat olmasının ve bu hayatın sürmesinin tek bir kaynağı var: Güneş.
Güneşten gelen elektro manyetik radyasyon (ışık) sayesinde ısınıyoruz. Güneşten gelen ışık aslında çok fazla. Atmosferimiz ve dünyamızın yapısı sayesinde güneşten gelen aşırı ısının önemli bölümünü bir ayna gibi uzaya geri yansıtıyoruz. Yani bizim ve milyonlarca başka canlı türünün hayatını sürdürmesi için son derece hassas bir dengeye sahip dünyamız.
19. yüzyılın sonlarında keşfedildi, atmosferimizde doğal olarak bulunan ve genel adıyla “sera gazları” adı verilen gazların miktarının artması, dünyamızın güneşten gelen ışığın yansımasını azaltıyor. Yansıyamayan ışınlar da aynen bir seradaki gibi dünyamızı olması gerekenden fazla ısıtıyor.
Sera etkisi yaratan bu gazların başında karbondioksit ve metan geliyor. Dünyamızın atmosferinde sanayi devrimi öncesi çağda (1750 yılında) 280 ppm karbondioksit vardı (PPM, “milyonda bir parça” demek); 2019’da bu rakam 419 PPM’e yükselmişti.
Biliyorsunuz, insan uygarlığının temelinde ateşin keşfi yatıyor ama sanayi devriminden beri “ateş” bizim için geçmişteki yüzbinlerce yıla göre çok farklı bir anlam ifade ediyor. Kibrit yaktığınızda da, vücudunuzda enerji harcadığınızda da doğal bir kimyasal reaksiyon olarak karbondioksit üretirsiniz. (Verdiğimiz her nefes temelde karbondioksittir.) Tabii, elektrik üretmek için kömür veya doğal gaz yakan bir enerji santralıyla kıyaslayınca bizlerin verdiği nefesin önemi azalıyor.
Sanayi devriminden beri yaktığımız kömür ve petrolden ortaya çıkan karbondioksit, dünya nüfusunun artması sonucu beslediğimiz sığır sayısındaki dehşetengiz artış yüzünden ortaya çıkan metan gibi gazlar yüzünden dünyamız 1750 yılından bu yana ortalama olarak 1 derece santigrad ısındı.
Ancak bu ısınma, birikme etkisiyle giderek hızlanıyor. Dünyamız 2050 yılına kadar atmosfere saldığı karbondioksit kadar karbonu atmosferden emmeyi başarsa, yani net-sıfır denen şeyi becerse dahi en azından 1.5 derece C daha ısınacak. Yani, atmosferdeki mevcut karbondioksit fazlası ısınmanın artışını zaten garanti ediyor.
Tabii 1.5 derece ısınmayı çok önemsemeyebilirsiniz, yanılırsınız. Bu rakam dünya ortalaması. Bazı yerler bu ortalamanın hayli üzerinde ısınıyor. En önemlisi, dünyada bizler için hayatı mümkün kılan atmosfer dengesi bozuluyor.
Bir basit örnek şu: Ortaokulda hepimizin öğrendiği “Gulfstream Akıntısı” Atlas Okyanusu’nda bir çeşit dairesel hareket yapar. Kuzeye, Kutup bölgesine çıktığında oradaki buzullar sayesinde soğur ve soğuk suyu Ekvator bölgesine taşır, oradan aldığı sıcak suyu da kuzeye.
Bu döngü aslında Atlas Okyanusu ile de sınırlı değil; Pasifik ve Hint Okyanusları da bu döngüye dahiller. O sayede dünyamızdaki büyük iklim olayları belli bir düzende ilerler(di).
Şimdi o düzen bozuldu; artık daha sık aralıklarla “aşırı iklim olayları” yaşıyor dünyamız. Normal bir yağmur yağmıyor da, uzun kuraklık dönemini birkaç güne sığan, sellere sebep olan ağır yağmurlar izliyor. Yaz aylarında daha önce tanık olmadığımız sıcak hava dalgaları yaşıyoruz, ormanlar aylarca yanabiliyor. Kuraklık yüzünden gıda üretimi aksıyor, geçim kaynağını kaybeden kalabalık kitleler göç etmeye karar verebiliyor. İç savaşlar, iklim savaşları çıkıyor.
İklim değişiklikleri tarih boyunca çok etkili olmuş şeyler. En basiti, Türklerin Orta Asya’dan Batıya doğru göç etmesinin sebebi iklim değişimiydi mesela. Orta Asya çöl olunca Türk kavimleri Anadolu’ya kadar geldi. Suriye’de 10 yıldır devam eden iç savaşın başlıca sebebi, bu ülkenin savaş öncesinde 5 yıl boyunca yaşadığı kuraklıktı.
2015’te Paris’te yapılan ve ortaya “Paris Şartı”nın çıktığı iklim zirvesinde imzacı ülkeler, 2050 yılına kadar atmosfere saldıkları karbondioksit kadar karbondioksiti ortadan kaldırma, yani “net-sıfır”a ulaşma vaadinde bulundular. Bu yapılabilirse, ortalama sıcaklık sadece 1.5 derece daha artacaktı. Ama şimdi yapılan hesaplar, hem bu hedefin becerilemediğini hem de becerilse bile sıcaklığın daha fazla artacağını söylüyor. Bazı karamsar senaryolarda sıcaklığın 3 dereceye kadar artmasından söz ediliyor; bu olursa dünyamızın tropikal kuşağı tamamen yaşanamaz hale gelecek.
Aslında “net-sıfır” da yanıltıcı bir hedef. Dünyanın toplam sera gazı salımını net biçimde eksiye çevirmesi, yani atmosfere saldığından daha fazla sera gazını yok edebilmesi gerekiyor.
Glasgow’da toplanan, bizim Cumhurbaşkanımızın yeterince büyük bir otomobil konvoyunun kendisine eşlik etmesine izin verilmediği için katılmaktan vaz geçtiği zirve işte tam da bu sebeple önemli.
Benim bir anlaşma çıkacağından, çıksa bile bunun uygulanacağından şüphelerim var.
Dünyamızı kendi ellerimizle yaşanmaz bir yere çeviriyoruz.