Beğenin beğenmeyin, Cumhuriyet Halk Partisi oldukça uzun bir aradan sonra, yani bana göre neredeyse 75 yıl sonra ilk kez Türkiye’yi ileriye doğru itmeyi hedefleyen bir değişim dönüşüm programıyla karşımıza çıktı.
Cumartesi günü İstanbul’da açıklanan “vizyon” henüz bir yazılı belgeye yaslanmış değil; o vizyonun ne olduğunu Kemal Kılıçdaroğlu’nun toplantıda yaptığı kapanış konuşmasından ve toplantı sırasında çeşitli uzmanların konuşmalarından hareketle öğreniyoruz.
Umarım CHP bu kendi vizyonunu başı sonu belli bir belgeye de bağlar.
Gerçi bu vizyon sonuçta 6 partinin ortak hükümet programı belgesinin bir parçası olacak, o bakımdan tek başına çok anlamlı bulunmayabilir ama CHP’nin vizyonuna yön veren ana unsurları gerek İyi Parti’nin, gerek Deva Partisi’nin ve gerekse Gelecek Partisi’nin bugüne kadar açıklamış oldukları vizyon belgelerinde de görüyoruz.
Yani işin halkla ilişkiler kampanyasını bir kenara bırakacak olursak, CHP’nin “İkinci Yüzyıl Vizyonu” ile 6’lı masadaki diğer 5 partinin vizyonu arasında öyle derin farklar filan yok.
Olmaması da doğal. Akılla hareket eden, dünyada olup bitenleri gören herkes aslında bu vizyon belgesindeki sonuçlara ulaşabilir. Yurt içinde veya yurt dışında akademik dünyaya gitseniz, üç aşağı-beş yukarı benzer bir vizyon ortaya çıkar.
Bunları vizyonu küçümsediğimden değil, tam tersine akılcı bulduğum için yazıyorum. İktidardaki Cumhur İttifakı dünyanın tersi yönde gitmeyi marifet ve onlara seçim kazandıracak bir şey sayıyor. Bütün dünya bunu konuşurken biz kendimizden başkasının yaşamadığı bir gezegendeymiş gibi davranamayız.
***
Baktığınızda 1960 ve 70’lerde Türkiye’nin bir şansı vardı. Türkiye kendi sanayi devrimini yapamamış bir ülkeydi; ne adam gibi sermaye birikimimiz vardı ne ağır sanayimiz ne de onu destekleyecek petro kimya endüstrimiz.
O yıllarda Türkiye’nin derdi “sanayi hamlesi” yapmaktı; sanayileşirsek zenginleşecektik yaygın inanışa göre. Bu söz prensip olarak doğru olmakla birlikte o yıllarda dünya aslında sanayi ötesine doğru gitmekteydi. Türkiye, esasen zaten tam yapamadığı sanayileşme aşamasını atlayıp doğrudan bilgi ekonomisine geçmeyi deneyebilirdi. Ama o zamanlar bunu yapacak ne üniversitesi vardı ülkemizin ne de bu vizyonu halkın önüne koyup oy isteyecek siyasetçisi.
Türkiye’nin kaçırdığı o fırsatı mesela Güney Kore, mesela Çin, mesela Tayvan yakaladı. Onlar sanayiye çok enerji harcadılar bu doğru ama yaratıcı enerjilerini bilgi ekonomisine yönelttiler ve bugün bu alanda dünya devi kabul ediliyorlar.
Almanya öyle değil mesela. O yıllarda zaten büyük ve güçlü bir sanayisi vardı, onu daha da tahkim etti, günün şartlarına göre modernize etti ama bir bilgi ekonomisi ülkesine uzun süre dönüşmedi. Bugün Büyük Britanya da, Almanya da, Fransa da, diğer dev Avrupa ülkeleri de hep bilgi ekonomisi ülkesine dönüşmek için ciddi çaba içindeler. Geç kaldılar belki ama çok kararlı davrandılar, çok büyük mesafe aldılar.
60’lı ve 70’li yıllarda açılan bu fırsat penceresi aslında bizim için hala orada duruyor. Baktığınızda Türkiye’nin bugün de ağır sanayisi yok, petro kimya endüstrisi yok. Bunlar olmadığı gibi bilgi ekonomimiz de yok.
Türkiye yeterince kararlı davranır, kaynaklarını ve teşviklerini doğru yönlendirirse, aslında doğrudan bilgi ekonomisi aşamasına atlayabilir. Bunu gerçekten önümüzdeki 5-10 yılda başarabilir.
***
Eskilerin bir lafı var, “Kaçmaktan kovalamaya vakit yok” diye…
Bir düşümün, bundan 11-12 yıl öncesine kadar kovalayan bir ülkede yaşıyorduk; hayat hep ileri doğru gidiyordu. Gelecek hayallerimiz vardı.
Sonra ne olduysa oldu, kovalamaz ama kaçar olduk ve kaçmaktan kovalamaya vakit bulamaz hale geldik. Son 10 yıldır krizden krize savruluyor, sürekli hayali veya gerçek bir takım düşmanlarla boğuşuyor, elimizdeki avucumuzdakini korumaya çalışıyoruz.
Sizce neden? Ne oldu da, kovalayan bir ülkeyken kaçmaktan kovalamaya vakti kalmayan bir ülkeye dönüştük?
Bu sorunun öyle basit bir cevabı yok ve cevap aramak da zaten bu köşenin sınırlarını çok aşar. Ama yeniden kovalamaya başlamayı hayal edebiliriz; çünkü aslında en çok ihtiyaç duyduğumuz şey bu. Hava gibi, su gibi, özgürlük gibi bir de gelecek ümidine ihtiyacımız var.
***
Bugünlerde yavaş yavaş muhalefetin seçimde bize anlatacağı Türkiye hikayesinin ortaya çıkmasına tanıklık ediyoruz.
Bu hikaye bize güzel gelecek hayali kurdurabildiği ölçüde başarılı olacak bir hikaye.
Muhalefet şu ana kadar çok ağır eleştirildi, her kenarından sorgulandı. Ama bakın son günlerin gelişmelerine ve iktidar kanadından gelen eleştirilere, iki dünyanın birbirinden ne kadar büyük bir hızla uzaklaştığına tanık oluyoruz.
İki tarafın iletişim dillerine bakmak bile yeterli. Bir taraf, beğenin beğenmeyin yeni bir anayasal düzen öneriyor, Türkiye’nin önüne yeni bir ufuk koymayı tasarlıyor; öteki taraf ise “Onlar bu dediklerini yapamaz” demekten başka bir şey söylemiyor.
Roller böyle değişti.