Artık KPSS sınav soruları arasına da giren meşhur “Maslow İhtiyaçlar Hiyerarşisi” insanın en temel gereksinimlerini sıralar. Bu piramitte dördüncü sırada “Saygınlık gereksinimi” vardır.
“Başkaları tarafından kabul görmek” bu gereksinimin en önemli unsurlarından biri.
Bu öyle büyük ve önemli bir ihtiyaç ki, mesela sosyal medya şirketleri bütün paralarını bu ihtiyacı sömürerek kazanıyor.
Sosyal medyada “like” almaya çalışmak, “re-tweet” almaya çalışmak, birilerinin size cevap vermesi hep insanın bu temel ihtiyacını dürtüklemek için icat edilmiş şeyler.
Sevgi ve saygı görme, kabul görme açlığımız hepimizin ortak zaafı. Tayyip Erdoğan dahil.
Kendi çocukluğunuzu hatırlayın. İlgi çekmek için neler yapardınız?
Ortaokulda beğendiği kız çocuğunun ilgisini çekmeye çalışan erkeğin o kızın kafasına tebeşir atması en meşhur örneklerdendir. İlgi çekmenin yollarından biri de provokasyon yapmak.
İşte sosyal medya trollerini görüyorsunuz; veya Facebook’ta herkese cevap yetiştirenleri, her şeyden bir kavga çıkarmaya çalışanları.
Biraz tuhaf bir yolla da olsa kabul görme arzusunun dışa vurumları bunlar. Ne kadar işe yaradığı tartışmalı.
Tabii herkes kabul görme arzusunu bu şekilde dışa vurmuyor. Bir de başarılarıyla, ortaya koydukları eserlerle, doğal liderliğiyle anılanlarımız var. Onların gördüğü kabul çok daha kalıcı elbette.
Hiç kuşku yok, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da kabul görmek istiyor; takdir edilmek, sevilmek istiyor. Nitekim çok sayıda seveni de var; her şart altında onu takdir eden bulmak konusunda da bir sıkıntısı yok.
Ama Türkiye’de peşinde milyonlarca insan olan Erdoğan’a sokaktan gelen bu takdir yetmiyor. O istiyor ki, dünyayı yönetenler de onu takdir etsin, onu kabul etsin. Sonra da dönsün Türkiye’de “dünya lideri” olarak anılsın.
Ne var ki, son yıllarda Erdoğan Türkiye’nin Batısında kalan ülkelerden eskisi kadar takdir görmüyor. Bunun sebeplerine girecek değilim; Cumhurbaşkanı’nın dış gezilerine bakınca ağırlığın nasıl Avrupa ve Amerika’dan dünyanın başka yerlerine kaydığı görülüyor.
Batıdan kabul görmek, Batı tarafından övülmek, sayılmak ve korkulmak biz Türkler için çok önemli. Bir Arap gazetesinde Türkiye veya İstanbul’la ilgili övücü makale çıksa haberimiz bile olmaz, olsa da umursamayız da bir kıytırık Fransız dergisi İstanbul’u övse hemen Türk basını alır onu haber yapar.
Bu tutumu Batı karşısındaki aşağılık kompleksiyle de bağlantılı görmek mümkün ama esas rol oynayan şey kabul edilme/kabul görme arzusu.
Joe Biden, Amerika’ya başkan seçildiğinden beri Tayyip Erdoğan’la sonuncusu dün akşam üzere olmak üzere üç kez görüştü. Sadece üç kez. Galiba üç veya dört kez de telefonda konuştular. (Bunlardan birinde Biden, 24 Nisan’da “soykırım” diyeceğini önden haber vermek için aradı.)
Oysa Biden neredeyse 1,5 yıldır başkan. Erdoğan bu durumdan rahatsız, birkaç sefer açık açık da söyledi, “Önceki başkanlarla daha sık görüşüyorduk” dedi.
13 Mayıs günü, yani bundan 40 gün önce Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan cuma namazı çıkışında gazetecilere İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı olduğunu söyledi.
Bu, tabii dış politikayı yakından izleyenler için çok önemli bir haberdi. Çünkü Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi üzerine Rusya’yla 1000 kilometreden fazla kara sınırı olan Finlandiya ve tarih boyunca Rusya ile pek çok kez savaşmış olan İsveç, son 200 yıldır sürdürdükleri tarafsızlık politikasından vaz geçip NATO’ya katılma kararı almışlardı. Bu kararlar, Avrupa jeo-politiği açısından deprem yaratıcı nitelikte olaylardı.
Batı, Rusya’nın Ukrayna’yı işgale girişmesi sonrası “ittifak” olduğunu yeniden hatırlamış ve son derece önemli ve kalıcı jeo-stratejik hamlelere girişmişti. İsveç ile Finlandiya’nın NATO’ya katılımı bu bağlamda en önemli olaydı.
İşte bu hamlelerin ortasında Tayyip Erdoğan çıktı, “Şu anda İsveç ve Finlandiya ile ilgili gelişmeleri takip ediyoruz ama olumlu bir düşünce içinde değiliz” dedi.
Bu bir soğuk duştu. Özellikle de Batı açısından. Ama Türkiye kamuoyu açısından da şaşırtıcı bir durum vardı; İsveç ve Finlandiya daha önce hiç iç tartışmaların parçası olmamıştı.
Tayyip Erdoğan’ın bu üyelik girişimlerini Türkiye’nin NATO müttefikleriyle ilgili sorunlarını duyurmak ve bir nevi pazarlık için fırsat gibi görmesi anlaşılabilir bir şey ama bu pazarlığı kamuoyuna doğrudan mesaj vererek yapması şaşırtıcıydı; çünkü daha ilk günden belliydi ki Türkiye sonunda bu iki ülkeye itirazlarını çekecekti. Nitekim önceki gün bu itirazlardan üç ülke arasında imzalanan ve hukuki geçerliği tartışmalı bir memorandumdan sonra vaz geçildi.
Peki arada ne oldu? Olan şu: Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD Başkanı Biden’dan önce bir telefon aldı, sonra da dün akşam gerçekleşen randevuyu.
Şimdi sıra Erdoğan’ı iç kamuoyuna Batı açısından yüksek kabul gören, vazgeçilmez lider olarak pazarlamaya geldi.