Bir haftadan uzun zamandır Ali Babacan’ın Bayraktar insansız hava araçlarıyla ilgili sözlerini tartışıyor medya ve siyaset.
Babacan sözlerinin çarpıtıldığını söylüyor, doğrudur çarpıtanlar oldu, ama sözlerinin çarpıtılmamış hali de ona hiç yakışmadı. Bayraktar İHA’ların kayırılmadığını, tam tersine başlangıçta engellendiğini en iyi bilenlerden birisi kendisi olmalı.
Savunma Sanayii Müsteşarlığının zamanında düzenlediği ihalede tüm sınavları geçtiği halde Baykar’ın İHA’sıyla değil Vestel’in üretmek istediği İHA ile sözleşme yapıldı.
Kaldı ki Bayraktar’ın TB2’lerinin hem yurt içinde hem yurt dışında rakipleri var. Bu alan öyle bir alan ki, sadece tek bir gün yaptığınız aracı iyileştirmezseniz hemen geride kalabilirsiniz.
Mesele sadece Bayraktar İHA’lar da değil. Türkiye, gerek kendi dış politika uygulamaları ve gerekse dünyanın geldiği yeni hal yüzünden, savunma sanayiine bundan sonra çok daha büyük ağırlık vermek, gerekirse oraya ciddi kaynaklar ayırmak zorunda bir ülke artık. Dışişleri Bakanlığı tecrübesi de olan, dünyayı yakından izleyen Ali Babacan bunu da biliyor olmalı.
Bir örnek vereyim: Amerika, tek taraflı bir kararla Türkiye’yi kurucu ortağı olduğu 5. nesil savaş uçağı projesinden, yani F-35 programından attı. Amerikan parlamentosunun bu kararının arka planını, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 almasının gerekli olup olmadığını vs burada tartışmayacağım; çünkü oralara girersem bu yazı bitmez.
Burada önemli olan konu, bir ülkenin (ABD) tek taraflı olarak, çok sayıda tarafı olan bir anlaşmadan bir başka ülkeyi (Türkiye) atması.
Bu davranışın uluslararası hukuk ve ahlak açısından ne ifade ettiği korkarım ülkemizde yeterince anlaşılmadı. S-400 alım kararının da, Tayyip Erdoğan’ın dış politikasının da eleştirilecek çok tarafı var ama o tartışmalar ABD’nin Türkiye’nin son derece kritik savunma stratejisini alt üst etmesinin yarattığı hasarı gidermez. Yarın Türkiye tövbekar olup S-400 bataryalarını imha etse dahi Türkiye bundan sonra ABD’ye güvenemez. Nitekim görüyorsunuz işte, eski model F-16’ların biraz güncellenmiş versiyonlarını da alamıyoruz bu ülkeden. Ben sanmıyorum ki Kongre’den onay çıksın.
Bütün bunlar da Türkiye’ye bir ders veriyor: Türkiye bundan sonra özellikle savunma sanayiinde kendi göbeğini kendisi kesmek zorunda. Ve bu kendi kesmemiz gereken göbek konusu giderek daha yüksek teknolojili savaş araçlarına doğru kayıyor.
Bir düşünün: Elimizde bir tank tasarımı var (Altay) ama bu tanka ne zırh bulabiliyoruz ne de motor. Çelik zırh üretmek çok yüksek bir teknoloji değil belki ama o nitelikte çeliği üretecek bir tesisimiz yok. Daha vahimi, kendimize ait tank motoru tasarımımız yok.
Önce Almanya’dan alacaktık bu motorları. Almanya’nın bize tank ihracı izni vermeyeceği anlaşılınca arayışa geçtik. Kore’den, Hyundai’den almak, birlikte üretmek istedik. Kore lisans vermedi, “Biz yapıp size gönderelim” dedi. Türkiye bir yandan kendi motorunu geliştirmeye çalışıyor ama ara dönemde herhalde bu Kore motorları kullanılacak.
F-35 programında yokuz, beşinci nesil savaş uçağımız olmayacak. Peki 2025’ten itibaren Hava Kuvvetleri’nde doğacak boşluğu nasıl tamamlayacağız? Milli Muharip Uçak’ı acaba “beşinci nesil” gibi yapabilir miyiz? Tarihinde hiç jet üretmemiş bir ülkenin bir anda beşinci nesle sıçraması mümkün mü? Değil ama başka yolu da yok.
Benzer durum “akıllı mühimmat” için de geçerli. Ukrayna savaşında görüyoruz, “akıllı mühimmat” bir olmazsa olmaz. Artık topçunun mühimmatı bile “akıllı.” Öyleyse Türkiye başta Roketsan olmak üzere savunma şirketlerine ister istemez daha fazla kaynak ayıracak; çünkü bu mühimmatı da aslen ABD’den alıyoruz. Bir dönem Türkiye’ye tabanca satmayı bile kısıtlamış olan ABD’nin ipiyle kuyuya inemeyiz.
Elimizde TB2 insansız hava araçları var diye gevşeyemeyiz. Bayraktar’ın bu araçları çok başarılı olmakla birlikte bir dizi ciddi zaafa da sahip. En basiti havada çok yavaşlar. Demek ki bu alandaki kapasitemizi de geliştirmemiz, çok daha üst düzey İHA ve SİHA’lar yapabilir hale gelmemiz lazım.
Son yapılan Kızılelma jet motorlu bir SİHA olacak. Ama onun motorunu Ukrayna’dan almaya çalışıyoruz. Oysa bu kapasiteyi kendimiz geliştirmeliyiz. TB2’lerin silah taşıyan kollarını bir dönem Kanada’dan ithal ettik. Bu görece küçük parça bile bir ambargoya konu oldu.
Lafı daha çok uzatabilirim savunma sanayii konusunda o yüzden işin özüne geri döneyim: Türkiye’nin müttefik ilişkisinin sorgulandığı bir dünyada yaşıyoruz ve yarın iktidara muhalefet gelse bu sorgulama sona ermeyecek.
Türkiye’nin Batı ile yaşadığın sorunların tamamının Tayyip Erdoğan’dan kaynakladığını düşünmek yanlış olur. Dünyanın yeni düzeni böyle; Türkiye’nin dış politika çıkarları Batıdan, en çok da ABD’den giderek farklılaşıyor.
O yüzden, seçimde iktidara kim gelirse gelsin, savunma sanayiini el üzerinde tutmak ve ona kaynak ayırmak zorunda. Gerisi boş tartışma.