Geçen hafta perşembe günü para piyasaları yangın yeri gibiydi. Türk lirasının değeri, Aralık ayındaki o feci günleri hatırlatırcasına hızla eriyordu.
Akşam saatlerinde, piyasalar kapandıktan sonra Hazine ve Maliye Bakanlığı alışılmadık bir yazılı açıklama yaptı, “Kararlı önlemlerin geleceğini” duyurdu; gece yarısına kadar varan saatlerde de ardı ardına 7 yeni önlem açıklandı.
Önlem açıklama beklentisiyle piyasaların kapalı olduğu saatlerde doların fiyatı yeniden 16 liralı seviyelere geriledi. Bunda büyük ihtimal yurt dışındaki daha sığ piyasalarda bizim kamu bankalarının arka kapıdan döviz satması da etkili oldu ama önlemler belli olduktan sonra dolar yeniden 17 liranın üzerine tırmandı, hala da orada.
Piyasalar, açıklanacak önlemler arasında daha önce hazırlandığı söylenen enflasyona endeksli ürünü bekliyordu. Bu ürünle ilgili havada onlarca spekülatif beklenti dolaşıyor.
Bizim Hazinemiz epeydir durup durup enflasyona endeksli devlet iç borçlanma senetleri çıkarıyor, son dönemde bankalarımız bu ürünleri eksi yüzde 3 faiz vererek, yani enflasyondan daha düşük kazanca razı olarak alıyorlar. Bankaların eksi faizle aldığı bir ürünün halka artı faizle satılması bana pek mantıklı gelmiyor açıkçası. Eh, vatandaş isterse bankalardan o eksi faizle alınmış devlet kağıtlarını alabileceğine göre bu enflasyona endeksli kağıt beklentisini anlamakta güçlük çekiyorum.
Her neyse, zaten o gece Hazine öyle bir yeni finansal ürün açıklamadı, onun yerine geçmişte de denenmiş ve çok da başarılı olmamış bir ürün ısıtılıp yeniden önümüze kondu: Gelire endeksli senet.
GES kısaltmasıyla anılan bu finansal ürünü ne ekonomi basını ne de vatandaş hatırladı; o yüzden Hazine “10 Soruda GES” gibi tanıtıcı yayınlar yapmak zorunda kaldı. Ürüne ne kadar ilgi gösterileceğini bilmiyorum ama genel olarak piyasaların “Dağ fare doğurdu” diye düşündüğü anlaşılıyor. (Buradaki ‘dağ’ herhalde enflasyona endeksli bonoydu, GES de ‘fare’.)
Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi, 2009 yılında, yani işler bugünle kıyaslanmayacak kadar iyiyken ama dünya küresel finansal krizle boğuşulurken bu GES’i çıkartmıştı.
Bugün olduğu gibi bazı kamu kurum ve şirketlerinin gelecekteki gelirleri, belirli bir minimum ve maksimum getiri vaadiyle peşinen vatandaşa satılmak istenmişti. Bu ürün, içinde “faiz” kelimesi geçmediği için bir anlamda İslami hassasiyetleri olan insanlara da hitap etmek üzere tasarlanmış bir üründü. Faiz veriyordu ama adı faiz değil, “gelir paylaşımı”ydı, bir nevi “kar payı” gibi yani.
Böyle yatırım konularının bizde bir de dini otoritesi var, biliyorsunuz. Fıkıh profesörü Hayrettin Karaman, 2009’da Yeni Şafak gazetesine yazdığı yazıda bu yeni finansal ürünü uzun uzun tartıştıktan sonra “Alınması caizdir” demiş, yani onay vermişti.
Şimdi, aynı Hayrettin Karaman, aynı finansal ürün için, yani GES için pazar günü bir yazı daha yazdı ve bu kez tam tersi fikri dile getirdi. “Alınması helal değildir” dedi.
İlginçtir, Karaman 2009’daki yazısında GES’teki “asgari gelir garantisi”nden şüpheye düşmüş ama “İnsanlar bu senetlere rağbet etsinler diye devlet, kamu yararını ve devletin ihtiyacını gözeterek ‘bu gelirler şu kadara ulaşmazsa üstünü ben tamamlarım’ dediğinde bu teşvik ödemelerine benzer. Devlet fayda gördüğünde belli alanlara, karşılıksız olarak ödemede bulunabilir” diyerek GES lehine fetva vermişti.
Bugün ise kupon ödemelerindeki asgari getiri garantisinin ve ürünün adındaki “senet” kelimesinin işlemi “faizle borç” şekline soktuğunu söyleyip “Almak caiz değildir” diyor, kestirip atıyor, 2009’da yaptığı gibi uzun uzun konuyu tartışma gereği bile duymuyor.
Son bir nokta daha var. Hazine’nin gelecekteki gelirlerini peşinen satmak istediği kamu kurumları, Devlet Hava Meydanları İşletesi ve Kıyı Emniyeti Genel Müdürlüğü, temelde bu gelirlerini bütün topluma ait olan devlet imtiyazlarını özel kişilere kiralayarak elde ediyor.
O elde edilen kiranın faiz olup olmadığını tartışmak beni aşar ama şunu tartışabilirim: O kamu kurumlarının gelirleri kaçınılmaz biçimde bütün topluma aittir; o gelirleri sadece ücretini ödeyenlere tahsis etmek daha baştan ciddi bir ahlaki sakınca doğurur.
İlginçtir, Karaman bu ahlaki sakınca ihtimalini 2009’daki yazısının sonunda tartışmış, İslam Ansiklopedisi’nden Osmanlı döneminde vergi gelirlerinin böyle iltizamlara satılmasıyla ilgili uygulama için yazılmış bir makaleden alıntı yaparak 2009’daki uygulamanın da “caiz” olduğu sonucuna varmış.
Kusura bakmasın, ben bilgim olmadığı için İslam’ın içinden konuşamam ama ahlaken ne Osmanlı zamanında ne bugün, bütün topluma ait bir geliri belli bir kesime tahsis etmenin caiz olduğunu düşünemem. Devletin paraya ihtiyacı varsa borç alır, olur biter. Devlet, henüz gerçekleşmemiş gelirlerini peşinen satamaz, satmamalıdır.
Arada dini kurallar değişmedi, Hazine’nin çıkardığı ürün de aynı. Peki Karaman’ın fetvası neden değişti?
İşte bu soru beni tamamen aşar.