Seçilmişten seçilmişe fark var ülkemizde.
Seçilmiş bir milletvekilini, suç üstü yakalamadıkça, bırakın tutuklamayı soruşturamazsınız bile.
Diyelim ki cinayet işledi bir milletvekili ve suç üstü yakalandı. Onu tutuklasanız bile o mahkum olup cezası kesinleşene kadar milletvekili sıfatını taşımaya devam eder.
Buna karşılık seçilmiş, hatta çoğu zaman o milletvekilinden çok daha fazla oy alarak seçilmiş bir belediye başkanının o sıfatını sona erdirmeye, onun belirli suçlardan tutuklanması, hatta hakkında dava açılması yeterlidir. Kesinleşmiş yargı kararına ihtiyaç yoktur.
Bakın dün sabaha Mardin, Batman ve Halfeti Belediye Başkanları görevden alındı, yerlerine kayyım atandı. Geçen hafta İstanbul’un Esenyurt ilçesinin belediye başkanı görevden alınıp yerine kayyım atanmıştı.
Kayyım sezonu, bu seçimden sonra biraz gecikmeyle de olsa başlamış gözüküyor. Hiç kuşkunuz olmasın devamı da gelecektir.
Bir 31 Mart yerel seçimine, Kürt siyasi hareketinin 5 yıl önceki seçimde seçilmiş bütün belediye başkanlarının görevden alınıp yerlerine kayyım atandığı bir ortamda gittik. Ne oldu, bütün o belediyeleri bu kez DEM adını taşıyan parti kazandı.
Bunlardan biri de, Kürt siyasi hareketinin belki en saygın ismi olan, yılların siyasetçici Ahmet Türk’tü. Onu Mardin Büyükşehir Belediye Başkanlığından almış yerine kayyım atamışlardı, o yeniden seçildi geldi. Şimdi bir kez daha yerine kayyım atandı.
Ben prensip olarak milletvekili dokunulmazlığına da karşı olduğum için burada bir de belediye başkanlarına dokunulmazlık isteyecek değilim ama onlar için hiç değilse evrensel hukukun en temel ilkesi olan ‘masuniyet karinesi’ne uyulmasını beklemek hakkına sahip olmalıyım.
Ama tabii burası Türkiye. Baksanıza görevden alınan DEM Partili üç başkanın durumuna. Onların zaten açık dosyaları varmış; İçişleri Bakanlığı onları canının istediği her an zaten görevden alabilir yerlerine de kayyım atayabilirmiş.
O zaman doğal olarak bir hukuki değil siyasi durumla karşı karşıya olduğumuz da kesinleşiyor. Kayyım atama kararlarının zaten evrensel hukuka uymayan bize özgü kanun devletimizin kanunlarıyla bir ilgisi yok; bu sabahki görevden almalar siyaseten bu sabahın en uygun zaman olduğuna karar verilerek uygulanmış şeyler.
Daha ilk bakışta bu görevden almaların arkasındaki siyasi maksat da hemen görülüyor:
DEM Parti ile Esenyurt’taki görevden alma nedeniyle öfkeli CHP’yi siyaseten aynı yere koymak, bu iki partiyi Esenyurt’ta olduğu gibi birlikte hareket etmeye, birlikte sokağa çıkmaya teşvik etmek. Böylece iktidar daha önce en az iki kez yıkandığı milliyetçilik ırmağında bir kez daha yıkanma hesabı yapıyor. CHP’nin aslında PKK olduğunu seçmene anlatacak ve oy kazanmak isteyecekler.
CHP’nin PKK olmadığını söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama bu konunun CHP içinde bir hassasiyet yarattığı son birkaç günde kabak gibi meydana çıktığı için, iktidarın bir başka hesabı, CHP içindeki bu yarığı biraz daha genişletme çabası olarak da öne çıkıyor.
Benim gibi bir amatör siyaset gözlemcisinin bile görebildiği bu çeşit tuzaklara CHP’nin anlı şansı siyaset erbapları düşer mi bilemem ama ülkemizin genel gidişatı ve iktidarın davranışları açısından öne çıkan bazı şeyler de yok değil.
En önce insanın aklına ‘Yerel seçimin üzerinden 7 ay geçti, iktidar bu kadar süre neden bekledi’ sorusu geliyor.
Acaba bu 7 ayda başka sularda yüzmeyi denediler ve olmadığına karar verince mi harekete geçtiler?
Peki yeniden Kürt siyasi hareketine tam saha pres mi geliyor? Büyük olasılıkla evet. Kayyım atamalarını ardı ardına başkaları da izleyebilir. İzlemese bile DEM Partili bütün başkanlar artık diken üzerinde oturuyor.
Erdoğan, belli ki 1 Ekimde Devlet Bahçeli’nin gidip DEM Partililerin elini sıkmasını izleyen günlerde ortağının ne yapmak istediğine dair düşündü ve bu konudaki nihai kararını verdi. MHP ile olan koalisyonunu giderek daha ideolojik bir koalisyon olarak tahkim etmekten başka çıkar yol bulamadı kendine.
Peki bu sahiden bir çıkar yol mu kendisi açısından? Hem evet, hem hayır.
Dediğim gibi Erdoğan’ın bu seçimi önce 2018’de, sonra da 2023’te iki kez işe yaradı, onu iktidara taşıdı.
Ama yine de bu güvenlikçi ve beka söylemli yönetim biçimi kendi raf ömrünü giderek artan bir hızla tüketiyor. 2028’e daha çok var, o kadar zaman bu sertliği sürdürmek mümkün olmakla birlikte bu sertliğe halkın çoğunluğunu ikna etmeye devam etmek kolay olmayabilir.
Tabii siyaseti tek başına Tayyip Erdoğan yapmıyor; CHP’nin ve özellikle İyi Parti’nin bundan sonraki tutumları da önemli ve etkili olacaktır.
İktidar kanadı CHP’yi Kürt siyasi hareketine doğru itmeye devam ettiğinde bu parti ne yapacak, kendine özgün bir siyasi konumlama bulabilecek mi?
Eğer CHP, ‘Demokrasiyi savunuyoruz’ diyerek Kürt siyasi hareketi ile yakınlaşacak olursa, buna İyi Parti’nin tepkisi ne olacaktır?
Aslında hepimizin bildiği eski bir oyun yeniden oynanmaya başladı.