HTŞ öncülüğündeki muhalifler 27 Kasım günü Halep’e saldırıya başladığından beri Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın gecesi gündüzü birbirine karışmış durumda.
Suriye’de baş döndürücü hızla gerçekleşen rejim değişikliği ve arkasından gelişmekte olan ‘normalleşme’ süreci Türkiye’yi her türlü diplomatik temasın merkezine oturttu. Tabii Hakan Fidan da ister istemez uluslararası toplumun ağzının içine en çok baktığı isme dönüştü.
Fidan son birkaç günde iki çok önemli mülakat verdi medyaya. Birincisi NTV’de Seda Öğretir’e söyledikleriydi. Orada Suriye’deki rejim değişiminde, özellikle de değişimin kansız olmasında Türkiye’nin oynadığı rolü çok net anlattı. Normalde böyle şeyler çok anlatılmaz; Fidan’ın bunları anlatmakta özel bir maksadı vardı.
İkinci mülakatı bir Suudi Arabistan televizyon kanalına verdi Fidan; bu kanalın özellikle Arap dünyasına mesaj iletmek için seçildiği çok belliydi ve burada da Dışişleri Bakanı esas olarak Ortadoğu’yla ilgili genel vizyonunu anlattı Arap dünyasına.
Suriye’de 13 yılda yaşananlar elbette çok büyük bir trajedi. Ancak sonucun bu trajediden olumlu anlamda dersler çıkarılıp benzer şeylerin bir daha yaşanmaması için fırsat yarattığına da kuşku yok.
Hakan Fidan “Türk, İran veya Arap dominasyonu olmasın” derken bence çok önemli bir damara basıyor. Bir yandan Suriye’de son 13 yılda Türkiye dahil bütün aktörlerin hakimiyet savaşına girerek yaşanan trajediye katkıda bulunduğunu zımnen kabul etmiş oluyor, bir yandan da bir gelecek vizyonu anlatıyor.
Tabii, örneğin eski CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun önceki gün yeniden hatırlatma ihtiyacı duyduğu CHP’nin Ortadoğu Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı gibi bir örgüte ne kadar ihtiyaç olduğu tartışılır ama Fidan’ın vizyonuyla CHP vizyonu birbirine uzaktan da olsa benziyor aslında.
Bu bölgede bir İslam İşbirliği Teşkilatı, bir de Arap Birliği var ama iki örgüt de Suriye iç savaşında etkisiz eleman oldu. Mesele bu etkisizliğin sebebini bulup bunu gidermek.
Ama şu kesin: Bölge ülkelerinin hep birlikte gelişmek, ilerlemek ve dünyanın geri kalanıyla ekonomik rekabete girmek için bir arada çalışması birbirleriyle çekişmesinden çok daha olumlu sonuçlar üretecek bir şey.
Hakan Fidan’ın Suudi Arabistan’ın (Veliaht Prens Muhammed bin Salman’la) yaşadığı ‘toplumsal değişim’den olumlu bir referansla söz etmesi, Suriye’nin geleceği için Ürdün’de yapılan ve kendisinin de katıldığı toplantıya verdiği önem vs. bu geleceği planlamanın sadece Suriye’yle sınırlı kalmaması yönünde bir temenni içeriyor.
Hakan Fidan’ın ve dolayısıyla Türkiye’nin bir rüyası, bu bölge için bir hayali var. Bu hayalin gerçek olması herkesin çıkarına.
Ve bu bölgenin büyüklü küçüklü bütün ülkeleri dünya sahnesinde kendilerine yer arıyorsa eğer, bu iş birliğiyle ekonomik ve insani kalkınmaya ağırlık vermeleri herkesin çıkarına olacak.
Ama Hakan Fidan’ın koca mülakatta sanki öyle bir faktör yokmuş gibi davrandığı, sadece olumsuz anlamda referans verdiği bir ülke daha vardı; İsrail.
Gelin onu da öteki yazıda konuşalım.