Pazartesi günü otomobilim yakıt deposu ışığı yandı; mecburen bir benzinciye girdim. Çok kalabalıktı.
Beklememek için ayrıldım benzinciden, yol üzerinde başka bir benzinciye bakmak istedim. O da çok kalabalıktı.
Mecburen kuyruğa girdim, biraz bekledim, sıra bana geldi. Benzinciye “İşler iyi galiba” dedim; “Yok abi” diye cevap verdi, “Mazota zam geliyormuş bu gece, bu kalabalık ondan.”
Epeydir otomobilimi çok daha seyrek ve kısa mesafeler için kullanıyorum; o yüzden kabaca 3 haftada bir yakıt alıyorum. Pazartesi günü zam öncesi depomu doldurdum. Dönüş yolunda “Ne kadar şanslıyım” diye düşündüm, sonra da kendime kızdım. Bir de her gün otomobilini saatlerce kullanmak zorunda olanlar var.
Çünkü depomu neredeyse 850 liraya ancak doldurabilmiştim; bir önceki yakıt alım fişimi arabada buldum, 650 liradan az para vermişim. Yaz aylarından hayal meyal hatırlıyorum, 350-400 lira arası bir paraya doluyordu depom.
Dönüş yolumu uzatmak pahasına üç-dört benzincinin önünden daha geçtim; hepsinde kuyruk vardı. Gece yarısı zam geleceğini duyan koşa koşa benzinciye geliyor, yakıt alıyordu.
Bu sabah haberini okudum, son bir yılda benzinin satış fiyatı yüzde 111, motorinin satış fiyatı ise yüzde 133 artmış.
Oturdum internetten baktım, ben bir önceki yakıtımı aldığım günle pazartesi günü arasında mazota üç kez zem gelmişti. Ben, şansa dördüncü zamdan kurtulmuştum.
Evet ama bir sonraki yakıt alışıma kadar kaç kere daha zam görecek acaba mazot? Depomu bir sonraki sefer 1000 liraya dolduracağım herhalde.
Bir zamdan kurtuldum diye seviniyorum ama arada iki zam daha yemişim; bir sonrakine kadar kim bilir kaç zam daha olacak…
Exxen’de yayınlanan bir dizi var, meraklısına tavsiye ederim. Adı “Gibi.”
Feyyaz Yiğit ve Aziz Kedi’nin yazdığı, başrollerinde Feyyaz Yiğit ile Kıvanç Kılınç’ın oynadığı dizinin büyük hastasıyım.
Aynı evi paylaşan iki bekar erkeğin aslında gayet sıradanmış gibi duran birbirinden absürd hikayeleri.
Benzinci maceramdan sonra Türkiye’nin Gibi dizisine ne kadar çok benzediğini düşündüm.
Dizinin mesela daha ilk bölümünde bizim iki kahramanımız tabelada “kokareç” yerine “kokariç” yazıyor diye kendi aralarında geyik çevirirken dükkanın sahibi yanlarına geliyor ve onları tehdide başlıyor.
Bizimkiler dayaktan kurtulmak için, dükkan sahibine “Yok biz dalga geçmedik, zaten doğrusu kokariçtir, biz bir dükkan açacağız da” diye kendilerince uyanıkça bir yalan söylüyorlar ve hikaye oradan başlayıp bir çeşit küçük mafya olayına kadar gidiyor, işler sarpa sarıyor.
Dayaktan kurtulalım derken başları bin beter belaya giriyor.
Meşhur fıkrayı biliyorsunuz, Katolik adam sokakta gördüğü bir Yahudiyi dövmeye başlamış. Yahudi, “Dur niye vuruyorsun” diye sorunca, Katolik adam, “Siz Hazreti İsa’yı öldürmüşsünüz” demiş. Yahudi, “Ama o 2 bin yıl önceydi” deyince de, “Ben yeni duydum” karşılığını vermiş.
Bu fıkranın absürdlük seviyesini son üç hafta içinde ikinci defadır yaşıyoruz. İlahiyatçı Prof. Dr. Mehmet Azimli, bundan 14 yıl önce, 2008’de yayınlanan ve kitabın ilk dört baskısında yer alan bir cümle yüzünden linç ediliyor. “Vay sen peygamberimize hakaret ettin” diyor linç kalabalığı. Son olarak bu kalabalığa Diyanet İşleri Başkanlığı da katıldı.
Bundan üç hafta önce de Sezen Aksu’yu beş yıl önceki bir şarkısı yüzünden linç ediliyordu. “Vay sen Adem ile Havva’ya hakaret ettin” diyordu o zamanki linç kalabalığı. Diyanet İşleri Başkanlığı ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da o kalabalığa katılmışlardı.
Fıkradaki katolik gibiler, insanın “Daha yeni mi duydunuz” diyesi geliyor.
Hazine ve Maliye Bakanı Londra’da yabancı yatırımcılarla buluşmuş. Basına kapalı görüşmeden haber veren Bloomberg haber ajansı, Nurettin Nebati’nin yabancı yatırımcılara, “Türkiye’deki enflasyon dinamiklerini kültürel farklardan ötürü anlayamayacaklarını” söylediğini öne sürdü.
Bizim enflasyonumuz, aynen bizim yönetim sistemimiz ve diğer şeylerimiz gibi bize özgü… Böyle diyor Hazine Bakanı.
Bu haber yayılınca Hazine açıklama yaptı, “Hayır, bakanımız öyle bir cümle kullanmadı, toplantıya katılanlar yanlış anlamış” dedi.
Bakan Türkçe konuşuyor, çevirmen İngilizceye çeviriyor, dinleyenler yanlış anlıyor.
İngilizce’de “lost in translation” diye bir laf vardır, çeviri sırasında pek çok inceliğin kaybolması anlamında.
Eğer durum buysa, sahiden meselemiz kültürel demektir. Yani yalanlamaya gerek yokmuş.
Recep İvedik filmleri, Türkler hakkında yapılmış en sert ve en sağlam eleştirilerden biri olduğu halde biz o filmleri bayıla bayıla seyrettik, o filmlerin yaratıcısı Şahan Gökbakar’ı da aklımızca ona “İvedik” diyerek aşağıladık. Yüzümüze tutulan aynaya bakıp güldük ama aynayı tutana kızdık.
Gibi dizisi, belki de Recep İvedik filmlerinden bir ders almış, absürt komediye yönelmiş.
İzleyin, çok eğleneceksiniz.