Türkiye’de “Başlangıç” adıyla oynayan meşhur Inception filminde, gerçek hayattan ayırt edilemeyecek rüyalar gören karakterler açısından en büyük tehlikelerden biri, aslında rüyada olduğu halde onu gerçek sanması ve hep orada kalması.
İşte bu tehlikeden kurtulmak için bir karakterin uyguladığı basit bir test var: Bir fırdöndüyü çeviriyor. Eğer fırdöndü sonsuza kadar dönerse biliyoruz ki orası rüyalar alemi, dönmez de düşerse gerçek hayat.
Bu girişi yapmamın sebebi, Türk ekonomisi için böyle rüya ile gerçeği birbirinden ayıracak bir teste ihtiyaç olup olmadığını sorgulamak.
Bakın, iktidar açısından bakıldığında nasıl bir Türkiye ve Türk ekonomisi gözüktüğünü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan son günlerde sıklıkla anlatıyor.
Ona göre fabrikalar çalışıyor, Türkiye günde 24 saat üretim yapıyor, işsizlik tamamen ortadan kalkmadı ama azalıyor, kamu maliyesinde işler iyiye gidiyor, bütçe disiplininden taviz verilmiyor, Türkiye’nin ihracatı rekor üstüne rekor kırıyor.
Erdoğan’a göre iki büyük problem var: Döviz fiyatında artış ile hayat pahalılığı. Yine Cumhurbaşkanına göre, bunların sebebi de büyük ölçüde dünya çapında yaşanan emtia krizi, özellikle de Ukrayna savaşı nedeniye artan enerji ve gıda fiyatları.
Erdoğan, enerji ithalatında doğan ekstra fatura olmasa Türkiye’nin cari fazla vereceğini söylüyor. Döviz fiyatındaki artış da, Türkiye içindeki bazı fırsatçıların da etkisiyle hayat pahalılığı olarak sokağa yansıyor. Ona göre seneye Şubat Mart ayından itibaren bu sorunlar ortadan kalkacak.
Cumhurbaşkanı’nın söylediklerinin bir kısmı tamamen doğru; bir kısmı ise tamamen yanlış.
Doğru Türkiye’nin fabrikaları gece gündüz çalışıyor. Son açıklanan istatistiğe göre sanayide kapasite kullanımı yüzde 80’e dayanmış durumda; bunu kapasitenin tamamı kullanılıyor diye okumak gerekir. Türkiye şu anda mevcut kapasitesiyle üretebileceğinin neredeyse tamamını üretiyor. Yeni yatırımlar olmadan üretimin daha fazla artması pek mümkün gözükmüyor.
TÜİK’e göre istihdam edilenlerin, yani bir işi olanların sayısı Nisan ayında 30 milyonu geçmiş durumda, oysa bir yıl önce 28 milyon kişi istihdam ediliyordu. Yani 2 milyon kişi daha iş bulmuş bir yılda. Ama Türkiye’nin çalışma çağı nüfusu 64,5 milyon kişi. Bizim bu nüfusun en azından yüzde 60’ını istihdam edebiliyor olmamız lazım; sadece yüzde 47’sini istihdam edebiliyoruz. (Daha gelişmiş ülkelerde ise istihdam oranı yüzde 70’den az değil. Bizim oraya varmak için Nisan ayındaki nüfus içinde 14-15 milyon kişiye daha iş bulmamız gerekiyor ki, o hayal bile edilebilir değil şimdilik.)
Sözünü ettiğim eksiklere rağmen bunlar hep iyi haberler. İktidarın işine gelen gerçekleri gördüğünün işaretleri.
Ama bir de tersi var. Erdoğan o konuya girmiyor ama Türkiye, ciddi bir döviz darboğazıyla karşı karşıya. Üstelik biz bu darboğazı ihracatımızın 220 milyar doların üzerine çıktığı bir dönemde yaşıyoruz.
Bu darboğazın en büyük sebebi, Merkez Bankası’sının Tayyip Erdoğan’ın talimatıyla son 4 yıldır nafile bir çabayla doların fiyatını belirlemeye kalkışması. Bu uğurda kamu bankaları aracılığıyla piyasaya yapılan müdahaleler sonucu satılan döviz miktarı 170 milyar doları geçmiş durumda.
Merkez Bankası’nın doların fiyatını piyasaya rağmen belirleyebilmesinin imkansız olduğunu iktisat okumuş herkes bilir. Bizimki gibi Merkez Bankalarının elindeki yegane silah aslında TL miktarını ve fiyatını belirlemeye yarayan faiz silahı. Ama hükümet bu silahı dini/ideolojik gerekçelerle kullanmıyor. Enflasyonumuz zaten yüksekti, Merkez Bankası faiz silahından vaz geçip indirimlere başlayınca enflasyonun artış hızı çok arttı, ona paralel dövizin fiyatı da artmaya başladı.
Biz bu sıkıntıyı giderek derecesi artan biçimde 2018’in ilkbaharından beri yaşıyoruz. 2017’de ekonomiyi canlandırmak için muazzam bir kredi genişlemesine gittik, o iç tüketimi pompaladı ve enflasyonu patlattı. enflasyon döviz fiyatındaki artışı getirdi. Dikkat edin döviz darboğazımızla enflasyon arasında da birbirini besleyen bir ilişki var. Döviz artınca enflasyon artıyor, enflasyon arttı diye doların fiyatı da artıyor.
Yani bizim yaşadığımız yüksek enflasyon ve yüksek döviz kuru sıkıntısının salgınla da, Ukrayna savaşıyla da ilgisi dolaylı ve ikincil. Biz bu sıkıntıya daha önce girdik; salgın hastalık, onun yol açtığı ekonomik durgunluk, ardından Ukrayna savaşının yol açtıkları bizim mevcut enflasyon ve yüksek kur alt seviyemizi daha da yükseltti.
Yarın petrol fiyatı 50 dolara düşse, buğday fiyatı yarı yarıya azalsa Türkiye’de enflasyon düşmeyecek. Oysa Cumhurbaşkanı düşeceğine inanıyor.
Esas olarak elimizde üreten, yatırım yapıp büyümek isteyen, yerinde duramayan bir Türkiye var. Ama merkezi yönetimin içinde yaşadığı rüya alemi, o Türkiye’nin potansiyelini gerçekleştirmesine sadece engel olmuyor, halkını fakirleştirerek her birimizin hayatında uzun süre kalacak hasarlar da bırakıyor.
Tayyip Erdoğan’ın rüyada olup olmadığını anlamasına yarayacak bir cihaza ihtiyaç var. Meclis’e sunulan ek bütçe, tümüyle rüyada olmadığını gösterdi ama tümüyle gerçekler aleminde de değil Erdoğan.