Türkiye, benim çocukluğumun geçtiği 1970’lerde, o sırada muhalefette olan Süleyman Demirel’in meşhur ettiği haliyle “70 cent’e muhtaç duruma” düşmüştü.
Elbette 70 cent’e muhtaç değildi, o bir banka transfer hatasından kaynaklan saçma bir şeydi ama ihtiyaç çok açıktı; ülke sürekli döviz açığı veriyor, bazı temel ithalatını bile yapamıyordu. O bakımdan Demirel’in sözü çok da yanlış değildi.
Bugün Türkiye ne 70 cent’e ne 7 dolara, ne 7 milyon dolara muhtaç ama döviz ihtiyacı devam ediyor. Bu sefer ihtiyaç, temel tüketim mallarını ithal edebilmekten kaynaklanmıyor; Türkiye’de parasını ödeyene her şey bulunuyor, bir yokluktan söz edilemez. Bir tek bazı ilaçlarda zaman zaman sıkıntı çıkıyor.
Türkiye genel ortalamaya vuracak olursanız ayda 20 milyar doların üzerinde ihracat yapıyor, turizm gelirleri hiç fena durumda değil.
Peki dövize muhtaç olmak, döviz ihtiyacı nereden doğuyor? Bir tane sebebi var: Doların fiyatını kontrol altında tutmak.
31 Aralık 2021 günü 1 Amerikan doları 13,56 liradan satılıyordu. Bugün 18,62 lira. Artış oranı yüzde 37, 3. Oysa 31 Aralıktan 30 Kasıma kadar geçen 11 ayda enflasyon oranı yüzde 62,35. Yılın tamamını büyük olasılıkla yüzde 65’lik bir oranda tamamlayacağız.
Doların fiyatının artışının enflasyonun bir hayli altında tutulması, bizim Merkez Bankamızın ve genel olarak ekonomi yönetiminin en önemli hedefi gibi gözüküyor. Şu ana kadar bu hedefi tutturmakta da başarı elde etmiş gibi duruyorlar.
Peki bunu nasıl başarıyor Merkez Bankası? İki yolu aynı anda kullanıyor: 1. İthalat ihtiyacı dışında döviz talebini baskılayarak; 2. Piyasayı tabir caizse dövize boğarak.
Merkez Bankası ve devlet, birinciyi başarmak için, yani temel ithalat ihtiyacı dışında dövize talep gelmesini önlemek için piyasa ekonomisi dışına çıkıyor, neredeyse sermaye kontroluna varan önlemlere başvuruyor. Botaş gibi büyük ithalatçılar da artık dövizini Merkez Bankası’ndan almıyor, Rusya’ya gaz parasını ödemeyi ertelemek için pazarlık yapıyoruz.
Peki “Piyasayı dövize boğmayı” nasıl başarıyor Merkez Bankası? Bunu öncelikle elindeki dövizi sürekli fiyata müdahale için kamu bankaları aracılığıyla satarak yapıyor. Bir hesaba göre yıl başından beri böyle satılan miktar 100 milyar doları buldu.
Merkez Bankası ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurulu neredeyse her gün bankaların ensesinde boza pişiriyor, bankaları ellerindeki döviz varlıklarını satmaya zorluyor.
Örneğin bankalarımızda müşterilerin sahip olduğu döviz miktarı, o bankadaki toplam mevduatın yüzde 50’sini aşıyorsa, banka bir takım cezalandırıcı işlemlerle karşı karşıya kalıyor.
Bankalardan döviz alım işlemlerini “doğru saatlerde” yapmaları isteniyor; gece geç vakit dolar almasın bankalar, gereksiz yere doların fiyatı artmasın diye uğraşıyor.
Merkez, ihracatçıları dövizlerini TL’ye dönmeye, yani ellerindeki dolarları sürekli olarak bozdurmaya zorluyor. Benzer şekilde ihracatçıya verilen reeskont kredilerinin de Merkez’e geri satılması şartı var.
Fakat belli ki bütün bu yapılanlara, en çok da bankacılık sisteminin üzerinde kurulan baskıya rağmen döviz ihtiyacı bitmiyor. İşte bunun için son çarelerden birine başvuruldu; BDDK cumartesi günü Resmi Gazete’de yayınlanan bir yönetmelik değişikliği ile bankalara ellerindeki net dövizin miktarının kendi öz kaynaklarının yüzde 5’ini geçmemesini şart koştu. Eskiden bu üst sınır yüzde 20 idi.
Baktığınızda Türkiye’de kamu bankalarının net döviz varlıkları, yani ellerindeki dövizden döviz cinsi yükümlülüklerini çıkardığınız zaman bulunan rakam zaten eksi. Kamu bankalarının halen 1,2 milyar dolarlık bir döviz açık pozisyonu var.
Yabancı sahipli mevduat bankalarının ise 1,8 milyar dolar net pozisyonu var: Yüzde 5 sınırına düşmek için bu paranın yarıya yakınını satmaları gerekecek. Yerli mevduat bankalarının ise kasasındaki net döviz miktarı 2 milyar dolar. Onların da 550 milyon dolara yakın dövizi elden çıkarması gerekecek bu yeni kural uyarınca.
Kısacası şu: Bu kural 9 Ocakta yürürlüğe girdiğinde pozisyon hala bugünkü gibi olursa, özel bankalar 1,5 milyar dolara yakın dövizi piyasaya satmak zorunda kalacaklar.
Aslına bakacak olursanız, “Türkiye Ekonomi Planı” denen planın bize ilan edilen ana amacı, “rekabetçi kur” ile Türkiye’nin ihracatını patlatmak ve bu arada ithalatı caydırmak, böylece cari fazla verip elde edilecek döviz fazlasıyla enflasyonu düşürmekti.
Ama bu olmadı. Türkiye, daha dün ilan edilen rakama bakılacak olursa yılın başından bu yana 38 milyar doların üzerinde açık verdi. “Ortodoks iktisat yaklaşımından epistemolojik kopuş” gerçekleştirmeyen normal ülkelerde bu ölçüde cari açık ve ona eşlik eden yüzde 65’lik enflasyon döviz kurlarını da en az yüzde 65 arttırır. Bizde dolar kurundaki artış oranını yüzde 37,3.
Bu düşük artışı devletin nasıl sağladığını az önce anlattım. Artık kazanın dibini kazımaya, o dipte kalan 1,5 milyar doları da piyasaya sürmeye sıra geldi demek.