Turistik Bodrum ilçesinin içme suyunu sağlayan Mumcular Barajı kurumak üzere. Aralık ayındayız ve Bodrum’da hala yağış yok. Yaza kadar ne olacak da o baraj dolacak? Yazın milyon kişi Bodrum’a hücum ettiğinde ne olacak?
Burdur havzasındaki “göller bölgesi” diye bildiğimiz bölge, yani Burdur Gölü, Acı Göl, Salda Gölü, Akgöl, Yarışlı Gölü, Karataş Gölü bölgesi ağır ağır “çöller bölgesi” olmaya doğru gidiyor. Bunlara hemen yandaki Isparta’nın Eğirdir gölünü de ekleyin. Hepsi son 36 yılda yarı yarıya küçülmüş durumda.
Dediğim gibi Aralık ayındayız ve ülkemize daha doğru dürüst kar yağmadı. Tek tük “mevsimin ilk karı yağdı” haberleri geliyor. Oysa normal şartlarda kışın içindeyiz. Geçen ay Antalya’da 41 derece hava sıcaklığı görüldü, hala Akdeniz’de denize giriliyor, deniz suyu bile serinlemedi.
Öte yandan az önce “Yağış almadı, barajı boşaldı” dediğim Bodrum’u ve bölgedeki Marmaris, Fethiye gibi yerleri daha geçen hafta sel götürdü.
Bütün bu tuhaflıkların arkasında bir yandan dünyamızdaki iklimin döngüselliği var, bir yandan da ve giderek artan oranda küresel ısınma veya küresel iklim krizi.
İklim krizinin en belirgin, en görünen etkisi “aşırı iklim olayları” denen olaylarda karşımıza çıkıyor. İşte Bodrum’a düzenli yağmur yağmaması ama bir gün ansızın bir aylık yağışın bir seferde düşmesi gibi olaylar. Bu çeşit olayların, sel baskınları, aşırı soğuk ve aşırı sıcak dalgaların gerçekleşme sıklığı giderek artıyor.
Artık hepimiz, en çok da okul çağındaki çocuklarımız ezberledi, iklim krizi insan eliyle yaratılan bir kriz ve arka planında temelde bizim enerji üretme/tüketme biçimimiz yatıyor.
Sanayi devrimi dediğimiz şey, buhar makinasının icadıdır. Odunu veya kömürü yakıp elde ettiğimiz ısıyı suyu kaynatmakta ve ortaya çıkan su buharını da makinelerin pistonlarını itmekte kullandık.
Buhar makinasının tarihte kaldığını düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. Elektrik ürettiğimiz termik santrallar, nükleer santrallar hep devasa birer buhar makinası.
Nükleeri değil ama diğer ısı kaynaklarını hep fosil yakıtlarda bulmuşuz. Fosil yakıt, adı üstünde, fosil. Yani milyonlarca yıl önce doğa olayları sayesinde ortaya çıkmış karmaşık kimyasallar. “Karmaşık” dediğime bakmayın, biz onların içindeki karbonla meşgulüz. Temelde karbonu yakıyoruz.
Karbon, aynı anda hem hayatı var eden hem de belki hayatı sona erdirecek olan atomun adı. Hepimiz karbon bazlı yaratıklarız, öldüğümüzde kalıntılarımız karbonun çeşitli formları olarak doğaya karışıyor.
Betonarme evlerinizi düşünün. O betonun ana maddesi olan çimento. Çimentonun ana maddesi kireç taşı. Kireç taşı dediğimiz kalsiyum karbonat. Yani bir kalsiyum, bir karbon ve üç oksijen atomundan meydana gelen bir molekül. Dünyadaki bütün kireç taşları, bir biçimde toprağın altında kalmış olan deniz canlılarından bize miras. Ölen deniz canlıları toprağın altında sıkışmış ve kireç taşını oluşturmuş.
Ham petrol dediğimiz de o. Yine ölmüş deniz canlıları. Linyit kömürü ölmüş ağaçlar…
Yani doğa, milyonlarca yıl boyunca karbonu almış depolamış. Ve şimdi biz son 200 yıldır bu depoları yağmalıyoruz, oradaki karbon dioksiti atmosfere salıyoruz. Sonra da oturup o atmosferdeki karbondioksiti nasıl oradan alır ve bir yerde depolarız diye kafa yormaya başlıyoruz.
Geçen hafta “Belki de dünyayı kurtaracak” diyerek iki kimya probleminden söz ettim. Biri suni gübreyi nasıl daha az enerji kullanarak üreteceğimizle ilgiliydi problemlerin diğeri ise atmosferdeki karbondioksiti emip bir yere depolamanın verimli bir yolunu bulmakla…
İnsan dahil pek çok canlı, adına “suni gübre” dediğimiz temelinde amonyak olan molekülü son derece az enerji harcayarak yapıyor aslında. Bu canlılar içinde en verimlisi de bazı bakteriler. Bazı bakterilerin neredeyse sıfıra yakın enerji harcayarak meydana getirebildiği o basit amonyak molekülünü endüstriyel ölçekte biz aynı enerji verimliliğiyle yapamıyoruz işte.
Dünyanın bir yerlerinde birileri, trilyonlarca bakteriyi bir araya getirip amonyak üretme denemeleri yapıyor. Belki de doğayı taklit etmek en doğru yoldur.
Atmosferdeki karbondioksit için de aynı şey. Ağaçlar mesela atmosferdeki karbondioksiti emmenin çok etkili bir yolunu başarıyor. Sadece emmekle kalmıyor, onu bir de gövdesinde, yaprağında depoluyor.
Bir ara projeler geliştirildi, dünyaya şu kadar milyar tane ağaç eksek, atmosferdeki karbondioksit miktarı şu kadar zamanda şuna düşer diye hesaplar yapıldı.
Ama tabii bu hesapları anlamlı kılmak için dünyanın artık doğanın depoladığı karbonu yakmaktan vaz geçmesi gerekiyor.
Evlerimizi çimento veya kireçle değil ahşaptan yapsak, enerjimizi fosil yakıtlardan elde etmesek ve bu arada her yere ağaç diksek kurtuluruz diyenler var.
Evet kurtuluruz ama insan hırsı bu kurtuluşa izin verir mi?
Dünyamız ve her birimizin hayatı göz göre göre bir felakete doğru gidiyor. Çocuklarımız bizimkinden çok farklı, çok daha berbat bir dünyada yaşayacak. Onların çocuklarının ise yaşayıp yaşamayacağı meçhul.
Bizse hala konuşuyoruz.