Yanlış hatırlamıyorsam ilk olarak bir CHP milletvekili duyurdu; 5 Şubat 2022’de Resmi Gazete’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kararı yayınlanmış; İskenderun’un bazı mahalleleri “deprem riskli alan” olmaktan çıkarılmış.
Bu Resmi Gazete kupürü günlerdir elden ele dolaşıyor, hatta Sözcü gazetesine manşet de oldu. Depremdeki ihmallerin delillerinden biri sayıldı.
Haber yalan veya yanlış değil. Gerçekten de Cumhurbaşkanı, İskenderun’un bazı mahallelerini riskli alan olmaktan çıkarmış. O mahallelerden bazıları taş üstünde taş kalmamacasına yıkılmış durumda.
Haber yalan veya yanlış değil ama o mahallelerin deprem riskiyle ilgili hikayesi son bir yıla ait değil. Bu mahalleler esasen 2013’te “riskli alan” sayılmış. Yasaya göre bir yer “riskli alan” sayılınca burada kentsel dönüşümün önü açılıyor, çeşitli teşvikler ve karar alma kolaylıkları devreye giriyor.
Ancak bu mahallelerin kentsel dönüşüm alanı ilan edilmesi ciddi bir tepkiye de yol açmış. Mahallelerde yaşayanlar, mülklerini kaybedecekleri korkusuna kapılmış; siyasetçiler de buralarda kentsel dönüşüme karşı mitingler ve toplantılar yapmış. Mahalleli zaten bu riskli alan ilanına karşı dava açmış, mahkeme de 2017’de riskli alan kararlarını iptal etmiş. Sonra Erdoğan Cumhurbaşkanı yetkisiyle neden yeniden aynı kararı almış, ardından da karardan vaz geçmiş, tam belli değil. Ama bu mahallelerde kentsel dönüşüm falan yapılmamış. 2013’ten beri üstelik.
Yapılmadığı şuradan da belli: İskenderun Devlet Hastanesi için de “depreme dayanıksız” raporu verilmiş, hem de 2013’te ama hastane hasta kabul etmeye devam etmiş, şimdi yerle bir durumda ve içinde iddiaya göre en az 400 hasta, sağlıkçı ve hasta yakını vardı.
Deprem olunca herkes birbirini suçluyor ve suçun büyük bölümünün kamu otoritesine ait olduğuna, devletin ve belediyelerin hesap vermesi gerektiğine kuşku yok. Yalnız, korkarım bu işte masum taraf bulmak da kolay değil.
İstanbul’u alın. Kadıköy ilçesinin neredeyse tamamı “riskli alan.” Bir dönem burada ciddi miktarda kentsel dönüşüm de yapıldı, şantiyeden geçilmedi ortalık. Ama şimdi çok azaldı faaliyet. Sebebi, kentsel dönüşümde verilen ekstra imarın azaltılması. Müteahhitler birden ellerini işten çektiler.
“Kentsel dönüşüm rantsal dönüşüm olmasın” sloganı çok güzel ama “rant” veya “ekstra kazanç” olmayacaksa bunca binanın dönüşümünün finansmanı nasıl yapılacak?
Ansızın konut fiyatlarının iki kat artmayacağını bildiğimize ve bunu da zaten arzu etmeyeceğimize göre, bu finansmanı verilecek ekstra inşaat izniyle ortaya çıkacak daireleri satın almak isteyenlere yaptırmak en “ucuz” çözüm.
Ancak bu çözüm tabii esas olarak ev sahiplerini koruyor; kiracıları ise siyasi direnişe sokuyor. Kentsel dönüşümün kaybeden tarafı kiracılar. Binalar dönüştükten sonra şehrin o semtinde oturamaz hale geliyorlar; çünkü o semtlerin kira fiyatları (bina kalitesiyle birlikte) artıyor.
İstanbul gibi bina stokunun önemli bölümünü yenilemek, Kadıköy, Fatih, Bakırköy, Avcılar, Küçükçekmece gibi dev ilçelerini neredeyse yeni baştan inşa etmek zorunda olan bir şehirde direniş de, itiraz da çok daha büyük oluyor. Ama bakın işte İskenderun’da da ciddi bir direniş yaşanmış, bir kısım siyasetçi de bu direnişi oya çevirmek istemiş.
Şimdilerde böyle bol keseden laflar söyleniyor ama yıkılan binaların yeniden yapımında bile çok büyük sorunlar çıkacak. Antakya’da 17 kat izni verilmeyecekse, bazı tapular buhar olup uçacak demektir. Kimin tapulu evinin buharlaşacağına ve bu buharlaşacak evin parasının nasıl tazmin edileceğine kim karar verecek?
Zaten her biri ailesinden en az bir kişiyi kaybetmiş ve depremzede olup şimdi çadırlara sığınmış insanlara “Size yeni ev veremiyoruz, en azından yıkılan evinizle aynı değerde bir ev veremiyoruz” cümlesini kim söyleyecek?
Henüz daha cenazeler toprağa verilmeden, bırakın toprağa vermeyi enkazın altından çıkarılmadan bu konulara girmek ayıp aslında ama böyle bir konu da yokmuş gibi yapamazsınız.
Henüz devletimiz hala tam olarak sayamadı, rakamlar her gün yeniden değişiyor ama anlaşıldığı kadarıyla depremin vurduğu 10 şehirdeki toplam yapı stokunun yarısı bugün yok. Bu demektir ki, ciddi bir nüfus bugün evsiz.
400 bine yakın “bağımsız birim” yani daire veya ev yeniden inşa edilecek. Bunlara “orta hasarlı” denen 130 binden fazla daireyi de eklemek gerek.
Yani yarım milyon konut üretilecek. Bu kadar konutu kim yapacak, kim finanse edecek? Her konutta ortalama 4 kişi olsa, 2 milyon insanı kim nerede nasıl barındıracak, o barındırmanın maliyetini kim ödeyecek?
Bir cevap aradığım için sormuyorum; cevaplar çoktan belli. Biz ödeyeceğiz, biz yapacağız.
Yeni vergilere, yeni hayat pahalılığına ve yeni siyasetçilere hazır olalım.