Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, uyguladığı bilime ve matematiğe aykırı, başarılı olma şansı bulunmayan ve aslında derli toplu, kendine ait bir iç tutarlığa sahip yazılı hali bile bulunmayan ekonomik programını “Ekonomik Kurtuluş Savaşı” olarak nitelediğinden beri bir de siyasi tartışmamız var.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2015-16’dan beri sürdürdüğü milliyetçi-güvenlikçi, “Türk’ün Türk’ten başka dostu yok” anlayışına dayalı, beraberinde baskı ve otoriterliği de getiren ideolojisine şimdi ekonomiyi de eklemledi, ekonomiyi ve yaşanan sorunları da milliyetçilik perspektifinden, “yedi düvele karşı savaşıyoruz” söylemiyle yönetiyor.
KararTV’de Ali Bayramoğlu ile birlikte yaptığımız Sadece Gündem adlı programda, neredeyse her hafta ama uzun ama kısa bu konuyu tartışıyoruz. Yani ekonominin milliyetçileştirilmesini ve bunun Tayyip Erdoğan’ın gelecekteki seçim başarısı veya başarısızlığında oynayacağı olası rolü. Ben bu rolü yok saymamakla birlikte küçümsüyorum, Ali Bayramoğlu ise en azından “küçümsememem gerektiğini” bana söylüyor.
Derken geçen hafta Etyen Mahçupyan, serbestiyet.com sitesinde 9 Aralıkta bir yazı yazarak, Erdoğan’ın ekonomiyi milliyetçi ideolojisine bağlayan son çıkışını ciddiye almak gerektiğini söyledi. Onu Hatem Ete’nin perspektif.online sitesindeki kapsamlı yazısı izledi.
Aynı zamanda çok iyi bir siyasi araştırmacı olan Hatem Ete, yazısının sonunda “İktidar yöneldiği bu hamle dolayısıyla bir süredir devam eden oy kaybını durdurmayı başarabileceği gibi oy kaybının hızlanmasını da tetikleyebilir. Bu ihtimallerden hangisinin hayata geçeceği üzerinde iktidarın kapasitesi ve performansı kadar muhalefetin karşı hamleleri ve siyasi performansı da belirleyici olacaktır” diyor.
Doğrudur, Cumhurbaşkanı Erdoğan, özellikle “yerli ve milli” sloganı etrafında, bir yandan içeride teröre karşı amansız mücadele veren, bir yandan dış politikada vatan toprağına yeni toprak katma imasında bulunan, siyasi rakipleri başta olmak üzere herkesi kendi güvenlikçi söylemi içinde konuşmaya zorlayan politikalarıyla ciddi bir kimlik yarattı.
Bu kimlik ona 2017 referandumunu ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimini kazandırdı. 2019’daki yerel seçim yenilgisi sonrası başlayan büyük moral bozukluğu ve onu izleyen siyasi inisiyatif kaybı ve oy kanaması da bu kimliğe yeniden sıkı sıkıya sarılarak bir ölçüde durduruldu. Şimdi bu kimlikten hiç vazgeçmeden, üstelik ona ekonomiyi de ekleyerek 2023 seçimine gitmeye hazırlanıyor Erdoğan. Ve Ali Bayramoğlu ile Etyen Mahçupyan da, “Erdoğan’ın kaybetmesine çantada keklik gözüyle bakmayın, onu ciddiye alın” diyorlar.
Erdoğan elbette her zaman ciddiye alınmalı. Muhalefet, elinde bir “kurucu program” olmadan seçime girmeye kalkışırsa, seçimi kazanma şansını da tehlikeye atmış olur.
Ancak yine de, Erdoğan’ı ciddiye almakla Erdoğan’ın oluşturduğu milliyetçi kimliğin abartılması arasında önemli bir ayrım var.
Unutmayın, Erdoğan’ın siyasi gücünün doruğu 2014 Cumhurbaşkanı seçimiydi. O seçimi tek başına (MHP muhalefet adayı Ekmeleddin İhsanoğlu’nu destekliyordu) yüzde 51,79 oyla kazandı.
Ama 2015 Haziran ayında partisi yüzde 42’ye iniverdi, tek başına iktidarı kaybetti. Erdoğan Türkiye’yi Ak Parti’nin yokluğuyla ve istikrarsızlıkla tehdit ederek 2015 Kasımında yeniden yüzde 49’a tırmandırdıysa da testi çatlamıştı.
2017’deki referandumda MHP ile birlikte hareket ettiği ve kendini ortaya koyduğu halde yüzde 51,41’le, üstelik seçim güvenliği açısından son derece tartışmalı biçimde evet oyu alabildi.
2018’de bu kez MHP ile birlikte, seçimden yüzde 52,59’la çıktı. Kazanmıştı ama ciddi oy kaybetmişti. Nitekim partisi o seçimde yeniden 2015’e, yüzde 42,56’ya döndü.
2018’deki seçim, Devlet Bahçeli’nin bastırmasıyla erkene alınmayıp öngörüldüğü gibi Kasım 2019’da yapılsa, Cumhur İttifakı büyük olasılıkla 2019 Mart ayında yaşadığı seçim yenilgisini tekrar edecek, Erdoğan da belki ancak ikinci turda seçilebilecekti.
2015 Kasım seçimleri sonrasında Ak Parti ve MHP’nin toplamı yüzde 60’ı aşıyordu; bugün anketlere göre yüzde 40 civarından söz ediyoruz. Bir zamanlar Ak Parti için “düştü” dediğimiz oranı iki parti bir araya gelip ancak alabiliyor. O da bugün için. En azından üç seçmenden biri ittifakı terk etmiş durumda.
Peki bu düşüşün sebebi ne? Sebep, ekonomik başarısızlıktan otoriterliğe, adalet yokluğundan beceriksiz ve kötü yönetime kadar her şeyi kapsayan ve bize “yerli ve milli” diye ideolojik bir kılıkta takdim edilen şeylerin tamamı.
Bu kötü yönetimin en kristalize olduğu alan elbette ekonomi. Düşünün, 2014 yılından beri kesintisiz biçimde fakirleşiyoruz. Refahımızın üçte birini kaybettik. Dünyanın her yerinde (Venezuela hariç, orası özel bir örnek, ayrıca konuşuruz) bu denli fakirleşmenin siyasi sonuçları olur. Türkiye’de de oluyor işte.
O bakımdan, Erdoğan’ı ve onun iktidarda kalabilmek için aşabileceği kırmızı çizgileri her zaman ciddiye almak gerekir ama gücünü de abartmamak lazım.
Seçmen nezdinde çökmekte olan bir siyasi parti ve lider var karşımızda.