Devletin topladığı vergi gelirleri neredeyse hiçbir zaman devletin yaptığı harcamalara yetmediği, yani Türkiye sürekli bütçe açığı verdiği için, Hazine aradaki farkı yurt içinden ve dışından borçlanarak sürekli kapatır.
Hazine’nin uzmanlık alanlarından belki en başlıcası budur: İç ve dış borçlanma yapmak, bunu pürüzsüz ve tartışmasız gerçekleştirmek.
Örneğin daha geçen hafta Türk Hazine’si dış borçlanmaya çıktı ve ihraç ettiği tahvillerle borçlandı. Bu borçlanmanın üzerinde en ufak bir yolsuzluk, usulsüzlük gölgesi olmadı, hakkında tek satır tartışma bile çıkmadı.
Türkiye’nin elinde bu denli uzman, işinin bu denli ehli bir kurumu varken, devlet adına yapılacak borçlanmaların, özellikle de dış borçlanmaların başka kurumlar eliyle yapılmak istenmesine gerek var mı? Hayır, elbette yok.
Bunca gevezeliği yapmamın sebebi, bu hafta İstanbul’da 40. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmeye başlanan bir dava.
Davanın konusu şu:
Türkiye, 2016 yılında bir ‘Varlık Fonu’ kurmaya karar verdi, biliyorsunuz. Bu, tartışmalı bir karardı. Çünkü varlık fonları, petrol vs doğal kaynakları sayesinde düzenli biçimde cari fazla veren ülkelerin bu parayı bütçeye koymaktan çekindikleri için kurdukları kurumlar. Örneğin Norveç’in çok zengin bir fonu var, Malezya’nın varlık fonu bir dönem ciddi yolsuzluklara konu oldu. Suudi Arabistan’ın, Katar’ın, BAE’nin, Kuveyt’in, bir doğal kaynağı olmadığı halde ciddi cari fazla veren Singapur’un varlık fonları var. Fon, elindeki parayı bütçeye koyup harcamak (ve enflasyon yaratmak) yerine yatırım amacıyla kullanmak için kuruluyor.
Türkiye’nin böyle bir doğal kaynağı yok; cari fazlası da yok. Ama olsun, hükümet özendi ve Varlık Fonu kurdu. Fonun varlıkları da başlangıçta sadece kamu bankaları ve elde kalan bazı KİT’lerdi. Zaman içinde bunlara TürkTelekom, Turkcell gibi devlet şirketine dönüşen özel şirketler de eklendi. Hatta son olarak Koza-İpek’in altın madenleri de fona girdi. Tuhaf bir durum.
Birinci günden beri bu fonun neden kurulduğu merak konusu oldu. Fonu kuran iktidar, fonun ucuz maliyetli dış borçlanma sağlayacağını iddia etti ama bu iddia geçerli olamazdı; devletin hiçbir şirketi devletin kendisinden daha ucuza borçlanamazdı; çünkü borç verenlere aynı sağlamlıkla bir borcu geri ödeme güvencesi veremezdi.
Şimdi 40. Ağır Ceza Mahkemesinde başlayan yargılama sayesinde öğreniyoruz; Türkiye Varlık Fonu daha kuruluş aşamasında dolandırılmış.
İddianameye göre işin başını bir Türk çekiyor, adı Bülent Göktuna. Mineks International adıyla bir de şirketi var ama bu şirket anonim şirket bile değil, limited şirket.
Göktuna, kendine göre bir konsorsiyum oluşturmuş, bu konsorsiyum aracılığıyla daha kurulmamış Varlık Fonu’nun kapısına dayanıyor, fon adına ilk yıl 15, sonraki yıllarda da 20 milyardan az olmayacak tahvil ihraç edeceklerini söylüyor. Toplamda 75 milyar dolarlık tahvil ihracı yani fon adına dış borçlanma söz konusu.
Oysa Varlık Fonu’nun içindeki varlıkların toplam değeri bırakın 75’i ilk yılın borçlanma miktarı olan 15 milyar dolar dahi etmiyor. Varlık değerlerini boşverin, bu şirketler o kadar kâr hiç etmiyorlar. Yani borcun nasıl ödeneceği belirsiz.
Ama Binali Yıldırım ve Başbakanlık bu vaade inanıyor, o kadar borç gelecek olmasına da neden bilmiyorum ama çok seviniyorlar, henüz kuruluşu resmiyet bile kazanmamış olan Türkiye Varlık Fonu adına Bülent Göktuna ve konsorsiyumuyla sözleşme imzalıyorlar.
Sözleşmeye göre 2017 yılında yapılacak 15 milyar dolarlık tahvil ihracı için ilk ağızda 25 milyon dolarlık bir ‘danışmanlık ücreti’ ödenecek. Bu ücretin, yine sözleşmeye göre Allen&Associates adlı İngiltere merkezli bir danışmanlık şirketine ödenmesi gerekiyor.
Dediğim gibi henüz Varlık Fonu kuruluşunu tamamlamadığı için aslında bir varlığı veya parası da yok. O yüzden bu 25 milyon dolar, ‘Kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez’ diye düşünülerek olsa gerek, Başbakan Binali Yıldırım’ın onayıyla Örtülü Ödenek’ten veriliyor.
Lafı uzatmaya gerek yok, sonucu hepimiz biliyoruz, Türkiye Varlık Fonu o tahvilleri ihraç etmedi, 15 milyar dolar borçlanmadı ama bu arada verilen danışmanlık ücreti buhar oldu gitti. Yani devlet 25 milyon dolar dolandırıldı.
Oysa aynı devlet Hazine Müsteşarlığına dönüp, ‘Varlık Fonu için 15 milyar dolarlık tahvil çıkaralım’ dese, beş kuruş danışmanlık ücreti vermesi gerekmeyecekti ama zaten Hazine ‘Ne gerek var bu borçlanmaya’ deyip işi durduracaktı.
Bu işin Başbakanlık ve devlet tarafında herhangi bir yolsuzluk, rüşvet olmadığını varsaysak bile vahim bir durumla karşı karşıyayız. Yapılan amatörlüğün ve iş bilmezliğin boyutu o kadar büyük ki, insan düşünürken utanıyor ve ‘İnşallah rüşvet aldıkları için böyle yapmışlardır’ diye aklından geçirmek istiyor. Çünkü öbür türlü, devlet yönetsinler diye seçtiğimiz insanların kendi emirlerindeki bir kuruma soru sormak yerine dolandırıcıların tuzağına bu kadar kolay düşüp Örtülü Ödenek’ten 25 milyon doları tek kalemde çıkarıp ödedikleri gerçeğiyle baş başa kalıyoruz.
İnsan ne diyeceğini şaşırıyor sahiden.