Birinci Dünya Savaşı, bugün uzak mesafeden baktığımızda anlıyoruz ki, kapitalizmin kendini gerçekleştirme savaşıydı.
Savaş öncesi Birleşik Krallık ve Fransa kapitalizm öncesinin merkantisit politikalarını uyguluyordu. Bir nevi dünya çapında tekel oluşturmuşlar, ticaret yollarını ve uluslararası ticarette kullanılacak tercihli para birimi ile ticarete konu malların hammadde üretimi kendi kontrolleri altına almışlardı.
Gelişip serpilmek isteyen Almanya’nın temel isyanı bunaydı; uluslararası ticarete daha fazla erişebilmek istiyordu. Savaş başladı.
Sonunda Almanya yenildi; temelde Amerika, İngiltere ve Fransa savaşın galipleriydi. Birleşik Krallık ve Fransa ne savaşın tam nedenini anlayabilmişti ne de uğruna savaştıkları ekonomik düzenin artık sürdürülemez olduğunun farkındaydı. Amerika’nın bütün uyarılarına ve itirazlarına rağmen Versay 1919’da Almanya’ya ağır savaş tazminatları dayattılar.
Bu bir barış değildi; Almanya’yı fakirliğe ve ikinci sınıflığa mahkum eden bir aşağılayıcı anlaşmaydı. Daha o zaman John Maynard Keynes, “Bu barış değil, ikinci dünya savaşına davetiye” diye kitap yazdı.
Nitekim Almanya kendine gelir gelmez 2. Dünya Savaşı’nı başlattı. Hitler’i ortaya çıkaran şey de, esas olarak Versay Anlaşmasıydı. (Aynı Versay’ın bir parçası olarak galip devletler bize de Sevr Anlaşmasını dayattı, Türkiye Kurtuluş Savaşı verdi, bu sayede kendini kurdu ama daha önemlisi 2. Dünya Savaşı’nın doğal parçası olmaktan kurtuldu.)
İkinci Dünya Savaşı aslında hiç bitmedi; sıcak savaş kolayca “Soğuk savaş”a evrildi. Soğuk savaşın net mağlubu Sovyetler Birliği oldu. Bu ülke ortadan kalktı, büyük ölçüde parçalandı ve içinden Rusya Federasyonu doğdu.
Soğuk savaşın yegane galibi olarak Amerika, aynen 1919 Versay’da müttefiklerin Almanya’ya yaptığını Rusya’ya yaptı; onu aşağıladı, ikinci sınıflığa indirdi, dayattıklarıyla da fakirliğe mahkum etti.
Bugün Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasını bu muamele haklı çıkarmaz ama Rusya’nın kendine göre bir bahanesi var. Kırılan gururlarını geri istiyorlar.
Şunu da görelim: Rusya ve onun lideri Vladimir Putin, savaşa giden günlerde Amerika’dan gelen, “Biz savaş istemiyoruz, Rusya savaş çıkarırsa ekonomik yaptırımlar uygulayacağız” mesajlarını yanlış okudu, “İşgale yeşil ışık yakıyorlar, ekonomik ambargo diye de 2014’tekinden farklı bir şey yapmayacaklar, bu tür ambargolarla yaşayabiliriz” diye düşündü.
Hesabını yanlış varsayımlar üzerine kuran dünün “dünya lideri” Putin aynı anda çok şeyi birden kaybetti:
1. Rus ordusu Ukrayna’yı bile işgal edemedi, yeterince güçlü olmadığı ortaya çıktı;
2. Ukrayna’yı siyaseten dize getiremedi;
3. Yıllardır bölmeye çalışıp hayli mesafe kat ettiği Batı ittifakını geçmişte olmadığı kadar bir araya getirdi;
4. 30 yıldır ilmek ilmek oluşturduğu Rus ekonomisini ve halkına refah dağıtma mekanizmasını bir ay içinde kaybetti, halkını Sovyetler Birliği döneminin yoksunluklarına geri döndürdü;
5. Ülkesini “Dünya meselelerinde sözü geçen süper güç” statüsünden aşağı düşürdü.
Şimdi o Putin bu şartlar altında barış arıyor. Aradığı şey barış değil; çünkü kaybettiğini kabul etmiyor. Bulunacak barışın kalıcı olması imkansıza yakın.
İki sebeple bu böyle. Birincisi, dediğim gibi Rusya kaybettiğinin farkında değil; sadece savaşı uzatmanın aleyhinde olacağını düşünüyor, o yüzden kendine bir “onurlu çıkış” arıyor.
İkinci sebep bence daha önemli. Başta Amerika olmak üzere Batı dünyası, aynen 1. Dünya Savaşı’nda Almanya’nın olduğu gibi bu sefer de Rusya’nın mutlak bir biçimde yenilmesini istiyor, Rusya’nın Ukrayna bataklığında sağlanıp kalmasını ve ekonomik yaptırımların Rus halkına “unutulmaz bir ders” vermesini bekliyor.
Dikkatlerden kaçmamıştır, Ukrayna’dan söz etmedim. Savaş şeklen Rusya ile Ukrayna arasında yaşanıyor, ölenler Rus askerleri ve Ukrayna halkı; yıkılan yanan ülke Ukrayna.
Dün The New York Times’da bir haber vardı Ukrayna’nın savaşın başından beri uğradığı maddi zarar 465 milyar dolar olarak hesaplanıyor; bu Ukrayna ekonomisinin savaş öncesi 4 yıllık bütün ekonomik büyüklüğüne denk bir rakam.
Ve unutmayın, Rusya ile barış yapıp yapmamaya sonunda Ukrayna karar verecek. Bir yanda yanan yıkılan ülkesi, ölen veya kaçışan vatandaşlarıyla müthiş bir dram var, bir yanda başından beri Ukrayna’ya sahip çıkan, onu bilfiil savaşa girmese de Rusya’ya karşı destekleyen Batı dünyası.
Önceki gün İstanbul’da gerçekleşen barış konferansı, Rusya’nın askeri olarak geri adım atmasıyla oldukça umutlu bir başlangıç yaptı.
Ama bu yazının başından beri anlatmaya çalışıyorum: Barışı kazanmak, aslında savaşı kazanmaktan çok daha zor.
Ukrayna haklı olarak, “Bana durduk yerde saldırdı, ülkemi yıktı, insanlarımı öldürdü, tarifsiz acılara neden oldu” diyerek Rusya’ya kızıyor, kendi zararlarının tazmin edilmesini istiyor. Ama Rusya’yı aşağılayan, Rus halkını fakirliğe mahkum eden bir barışın yaşama şansı yok.