Az sonra anlatacağım, geçen gün trafikte çok sinirlenmeme neden olan bir şey yaşadım. O kadar kızdım ki, beni kızdıran otomobilin plakasını bile aldım.
Ama şimdi bu yazıyı yazarken düşündüm, o plakayı vermek ülkemizde yaşanan durumu küçültmek, tek bir kişiye ve aracına indirgemek olacak, o yüzden plakayı vermiyorum. Çünkü o tek bir kişi değil.
Benim yaşım 60. Yani Ak Parti iktidarında doğmadım, çok daha öncesini, moda tabiriyle ‘Eski Türkiye’yi gayet iyi hatırlıyorum.
Eski Türkiye’nin bir sürü fenalığı ve eleştirilecek tarafı vardı, o bakımdan eski Türkiye’yi çok da özlüyor değilim ama karşımıza çıkan yeni Türkiye’yi beğendiğimi söylemem de mümkün değil.
Dedim ya eski Türkiye’nin bir sürü fenalığı vardı, bu fenalıkların başında da iktidarın çoğunun ‘devlet’ adı verilen kim ve ne olduğu belirsiz bir mekanizma tarafından kullanılmasıydı. Siz istediğiniz kadar seçim kazanın, iktidar hep devletteydi ve o devletin de belli davranış kodları vardı.
Bu kodlar ve davranışlar, büyük ölçüde öngörülebilir şeylerdi. Eski Türkiye’nin de elbette bir imtiyazlı sınıfı vardı ama birincisi o sınıf çok dardı, ikinci o sınıf imtiyazlı olduğunu gözümüzün içine sokmak çok istemezdi.
Eski Türkiye’de imtiyazlıları sadece uzaktan görürdünüz, gündelik hayatta şurada burada karşınıza çıkmaz, imtiyazlarını mesela bir trafik lambasında kırmızıda geçmek için kullanmazlardı. O imtiyazın bir raconu, söylemesi ayıp belki ama bugünkü imtiyazlıların davranışlarına bakınca bir de ‘klas’ı vardı sanki.
Yeni Türkiye’de de temelde çok fazla değişiklik yok aslında, iktidar yine devlette. Ama bir fark var: Devlet artık bir kişinin ve bir siyasi partinin devleti.
Bu yeni Türkiye’de bir hayli geniş bir imtiyazlı sınıf var. Onlar, imtiyazlı olduklarını, kendilerinin ‘devlet’ olduğunu her fırsatta gözümüzün içine sokuyorlar.
Bu imtiyazlı sınıfı hemen hemen her yerde görüyorsunuz zaten. Örneğin trafikte, resmi hizmetle, kamu göreviyle hiç ilgisi olmaması gereken marka ve model araçlarda bile çakarlı lambalar var.
İmtiyazlı sınıfın en temel dışa vurumu bu zaten: Çakar lambalı otomobili olmak. Elbette bütün o çakar lambalı otomobillerin sireni de var.
Sıkışık trafikte geliyorlar arkanıza, lambalarını ve siren kornalarını çalıveriyorlar. Sanırsınız arkanızdaki 20 milyon liralık Mercedes G Wagon cipte sivil polisler var ve önemli bir suçu önlemek için olay yerine yetişecekler. Yoo, sadece trafikte sizin önünüze geçmeye çalışıyor, o kadar. Bir sonraki adımda bir öndeki aracı taciz edecekler. Bu araçların bazılarını taş çatlasa üniversite öğrencisi olacak gençler ve kadınlar kullanıyor üstelik.
İstanbul’da oturduğum mahalleye dönmek için bir trafik ışığı var, o ışığın kamerası da var. Yani kırmızı yanarken geçerseniz kameraya yakalanıyorsunuz, cezayı ödüyorsunuz.
Önceki gün bu ışıktan sapmak için bekliyorum. O sırada önüme, olmayan şeride gül kurusu renginde Togg marka bir araç geldi ve ışığı beklemeden kırmızıda saptı. Tam saparken de çakarlı lambalarını yaktı ki, trafik kamerası görürse ona ceza yazmasın.
Çok acelesi mi vardı, bir suça mı yetişiyordu? Hayır, çünkü 20 metre sonra mahalle içinde trafik sıkıştı ve ben de hemen onun arkasındaydım. Yani kırmızı ışıkta geçti diye bir şey kazanmadı ama bana bir şeyi gösterdi:
O imtiyazlı sınıf, kanunlar ve kurallar bizim için geçerli değil diyor.
Kanunlar, kurallar, cezalar, trafikte beklemeler biz zavallı plebler için. Onlar eski Roma İmparatorluğu’nun seçkin sınıfı gibi.
Otoyollarda emniyet şeritleri onların özel şeridi. Ben otoyolda sirenlerini açmış giden ambulanstan yol isteyen çakarlı araba gördüm. O derece yani.
Bunlar tek tük olaylar değil, ben ki her gün şehir içinde 8 kilometre yol gidiyor 8 kilometre yol dönüyorum, bir günde üçten fazla böyle kural tanımaz çakarlı araçla karşılaşıyorum. Demek gün boyu direksiyon sallayan taksi şoförleri mesela en azından 50 tane böyle araç görüyor.
Neden bu kadar çok çakarlı araç var trafikte? Sakın güvenlik, koruma vs gibi şeyler söylemeyin, bir toplumda özel imtiyazlarla korunması gereken bu kadar çok insan olması normal olamaz.
Kaldı ki, örneğin benim hakkımda valiliğin koruma kararı var, ben buna rağmen ne çakarlı araç kullanıyorum ne de yakın koruma istiyorum, hepsini geri yolladım. Yıllardır koruma kararını kaldırtmaya çalışıyorum, başaramadım hala.
Arada bir İçişleri Bakanlığı’nda bir rüzgar esiyor, polis çakarlı araçları çevirip onların gerçekten bu hakka sahip olup olmadıklarını sorguluyor, pek çoğu da sahte çıkıyor.
Ama bu hastalık bitmiyor; çünkü kendini o imtiyazlı sınıfın parçası olarak göstermeyi başarmak hala daha prim yapıyor.
Eski Türkiye’de ‘Beyaz Türkler’e kızılırdı; Ak Türkiye’nin ‘Çakarlı Türkleri’ var, her marka ve model araçlarıyla yollarda terör estiren.