Geride kalan haftaya iki deniz faciası damga vurdu.
Bunlardan birincisinde, Libya’dan hareket eden derme çatma bir balıkçı gemisine balık istifi bindirilmiş en az 750 kişi denizi boyladı.
İçlerin pek azı kurtarılabildi, 600’den fazla insanın öldüğü hesaplanıyor.
Onları ölüme götüren şartlar korkunç bir ihmaller ve vurdumduymazlıklar zinciriydi. Hiç kimse ölmeyebilirdi.
O derme çatma balıkçı gemisi Libya’dan yola çıkmıştı. Daha neredeyse yola çıktığı andan itibaren gerek İtalyan ve gerekse Yunanistan sahil güvenlik birimleri gemiyi izlemeye almıştı.
Adriyatik denizine doğru yönelen gemi için her iki ülkenin sahil güvenliği de ‘Ne olur bizden tarafa dönmesin’ diye dua ediyordu büyük ihtimalle.
Derken gemi arıza yaptı, denizin üstünde öylece kalakaldı. Bu kez sürüklenmeye başlamıştı gemi ve iki ülkenin sahil güvenliği yolladıkları keşif uçakları ve helikopterlerle durumu izliyordu.
Evet izliyordu, yardım etmiyordu denizde sürüklenen insanlara.
İtalyan sahil güvenliği daha insaflı çıktı, civardaki gemilere çağrı yaptı. İki gemi ayrı ayrı gelip göçmen teknesine erzak ve su yardımında bulundu.
Göçmen teknesi tam 13 saat öylece sürüklendi. İddiaya göre içinde bazı çocuklar susuzluktan ve sıcaktan öldü. Ama ne Yunan ne İtalyan sahil güvenliği tekneyi kurtarmaya teşebbüs etti.
Tekne sürüklene sürüklene Yunan tarafına, Mora yarım adası açıklarına kadar geldi ve sonra da hala tam açığa kavuşmamış şartlarda battı. Suyun üstünden 75 kişi kurtarılabildi, 100’e yakın da ceset bulundu, ama geri kalan yolcuların da öldüğüne inanılıyor.
Bu büyük insanlık dramının haberleri gazetelerde kendine zor yer buldu, konu her şeyi konulan sosyal medyada bile çok az konuşuldu.
Derken haftanın ikinci kazası meydana geldi. Koltuk başına 250 bin dolar veren üç maceracıyı okyanusun dibinde yatan Titanik transatlantiğinin enkazına götüren minik denizaltı ile bağlantı kesildi.
Bugün biliyoruz ki denizaltı, o ‘bağlantı kesildi’ denen anda zaten basınca dayanamış ve içine doğru göçmüştü. Yani içindeki üç yolcu ile iki uzman o anda ölmüşlerdi. Hem de korkunç biçimde.
Ama bu minik denizaltı için bir nevi seferberlik ilan edildi. Titanik enkazı Kanada’nın Newfoundland adası açıklarında. Kanada sahil güvenliği hemen uçaklar kaldırdı, gemiler yolladı. Amerikan sahil güvenlik teşkilatı da aynı şekilde hemen arama kurtarma çalışmasına başladı. Şaşırtıcı olan Fransız sahil güvenliğinin de arama kurtarmaya katılması oldu.
Pek çok özel şirket, denizin binlerce metre altında iş yapmak için tasarlanmış su altı robotlarını ödünç verdi. Zamana karşı bir yarış yapıldı, milyonlarca dolar harcandı ve üç günün sonunda minik denizaltının enkazından bazı parçalara rastlandı.
Bu minik denizaltının aranmasını bütün dünya konuştu, sosyal medya mesajlarla doluydu. Kazayla eleştirel tonda konuşup 250 bin dolara bilet alan Titanik turistlerini şımarıklıkla suçlayanlar hemen linç edildi. Ölen Pakistanlı baba oğulun da, İngiliz milyarderin de, denizaltıdaki eski Fransız askeri uzmanın ve denizaltının kaptanının da hayat hikayeleri her yerde yazıldı çizildi.
Oysa göçmen faciasında ölenlerden birinin bile adını bilmiyoruz. Hayat hikayelerini de öğrenemedik. Hiçbir gazeteci o zahmete girip bu göçmenlerin hikayelerini bize yazmadı.
Minik denizaltıda ölen zenginler tarihe isimleriyle geçti, dünyanın pek çok ülkesinde onlar için ‘maceracı kaşif’ gibi yüceltici ifadeler kullanılıyor.
Mora yarımadası açıklarında batan teknede sıkışıp denizin dibini boylayan yüzlerce çocuk mülteci ise bizim açımızdan sadece birer rakam.
Okyanus tabanında basınca dayanamayıp çöken denizaltının enkazını bulup çıkarmak istiyorlar. Oysa Mora yarımadası açıklarında, çok daha sığ sularda için 600’den fazla insanla denizin dibine inen o göçmen teknesine bakan yok. Göçmenlerin ölülerini bile çıkartmıyorlar, ona harcayacak parası yok ülkelerin.
Bu müthiş adaletsiz durumu bütün dünyanın yüzüne vurmak ise Amerika’nın eski başkanı Barack Obama’ya düştü.
Ben de Obama’nın sözlerini ve medya eleştirisini duyunca bu yazıyı yazmayı akıl ettim, yoksa benim de aklıma gelmemişti bu kıyaslamayı yapmak.