Biz gazetecileri taşıyan üç Sikorsky BlackHawk helikopter sırayla alçalıyor ama yere inmiyor, çünkü inebileceği bir yer yok.
30-40 santim yükseklikten aşağıdaki minik düzlüğe atlıyoruz helikopterden, aşağıda bir asker hemen bizi kolumuzdan yakalıyor, uçurumdan aşağı yuvarlanmayalım diye.
Burası sarp ve çorak kayalık dağların tepesinde, Türkiye-Irak sınır taşlarından birini de barındıran bir ‘geçici üs bölgesi.’
Bakmayın ‘üs’ kelimesinin korunaklı bir yapı ima etmesine, orada o dağın tepesindeki askerler içine ancak sürünerek gireceğiniz çadırlarda yaşıyor, her an elleri tetikte sınırdan sızacak PKK’lıları bekliyor.
O askerlere bütün ikmal havadan, işte böyle yere bile konamayan helikopterlerle yapılıyor. Ekmeğinden mektubuna, silahından mühimmatına her şey havadan taşınıyor. Hava şartları izin vermezse bazen günlerce ikmal yapılamıyor.
Ya PKK gelir ve çatışma çıkarsa? O zaman tek başına o askerler. Havadan ikmali, takviye birliği bekleyecekler, o zamana kadar da hayatta kalmaya çalışacaklar.
Bu anlattığım öyküye ben 90’lı yılların sonunda tanık olmaya başladım. Genelkurmay Başkanlığı sayesinde defalarca çatışma bölgesine gittim, orada onlarca, yüzlerce kahraman subay, astsubay ve erle tanıştım.
Hepsinin gözünde bir öfke vardı. Konuştuğunuzda bu öfkelerini dışa vurmamaya çalışıyorlardı ama bana, bize, Türkiye’nin geri kalanına karşı büyük bir öfkeleri vardı.
Öfkenin temel sebebi, onların orada unutulmuş olmasıydı. Her gün inanılmaz fedakarlıklarla orada dağların tepesinde, kayaların üzerinde uyuyarak güvenlik sağlamaya çalışıyorlardı ve eğer ölmezlerse kimsenin umurunda olmuyorlardı. Öldüklerinde de birkaç günlüğüne onları hatırlıyor, sonra yeniden aynı unutulmuşluğa terk ediyorduk.
Şimdi yeniden maalesef 12 şehit haberi birden geldi. En azından 2022’nin 18 Nisanından beri devam eden bu son ‘Pençe-Kilit’ operasyonunda süren savaşı, her gün devam eden aktif savaşı yeniden hatırladık. Oysa ne güzel unutmuştuk o binlerce askeri ve onların her gün verdiği hayatta kalma mücadelesini…
90’lı yılların başında, yani PKK ile askeri mücadele başladıktan en az 10 yıl sonra Türkiye açısından son derece kritik bir gelişme yaşandı. PKK, Hakkari’deki bir karakola baskın düzenlemişti, çok sayıda şehit vardı. Bir yurt gezisinde olan Cumhurbaşkanı Turgut Özal hemen karakola gitti, Ankara’dan da Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş başta olmak üzere bütün komuta kadrosu ve bölgedeki komutanlar da oraya geldi.
Açık havada Turgut Özal’a bir brifing verdi Doğan Güreş ve o brifingde son derece kritik bir cümle sarf edildi. Doğan Güreş’e göre tamamı dağlık ve son derece zor bir coğrafyadan geçen bu Irak sınırının savunulması imkansızdı. Türkiye bu sınırdan geçişleri durdurmak için ya geri çekilecek, dağları PKK’ya terk edecekti ya da ileri gidecek, savunma hattını Irak içinde kuracaktı.
Yani anlayacağınız Genelkurmay, ‘Ya kendi toprağımızı bırakacağız ya da başka ülke toprağını işgal edip orada kendimizi savunacağız’ diyordu. Elbette toprağı terk etmek kabul edilemezdi, savunma hattının ileriye, Irak topraklarına taşınmasına karar verildi.
Neredeyse iki yıldır devam eden bugünkü ‘Pençe-Kilit’ operasyonunun temeli ta o brifingde, bundan 30 yıl önce atılmıştı. Temel strateji değişmiş değil. TSK aradaki bu 30 yılda her zaman Kuzey Irak’ta oldu.
Bu kanlı ve sık çatışmalı tarihi unutmak istesek de yaşı yeten hepimiz hatırlıyoruz maalesef.
Bu bir aktif savaş ve savaşta kullandığınız teknoloji ne olursa olsun bu dağlardaki mücadelenin esas belirleyicisi iki tane: Coğrafya ve iklim.
Son Pençe-Kilit Operasyonu geçmişten hayli farklı. TSK unsurları hem daha önce gitmedikleri kadar ileriye, Irak içlerine girdiler hem de buralarda kalıcı üsler de kurdular. Bu kalıcı üslerin bir kısmı Kuzey Irak’ın kendi yerleşim yerlerine, köylere oldukça yakın.
Bir de işte yazının en başında tarif ettiğim türden ‘Geçici üs bölgeleri’ var. Bunlar hep çok zor yerlerde, PKK’nın geçiş yaptığı bölgeleri kontrol altında tutma veya gerideki kalıcı üssü koruma amaçlı yerler.
Gerek kalıcı gerekse geçici üs bölgelerinde, üssün dış emniyeti için sürekli devriyeye çıkılıyor. Buna ‘Pusu atmak’ deniyor. Amaç, düşmanla, daha onlar saldırıya hazırlanırken temas kurmak, PKK’yı görece hazırlıksız yakalamak.
O yüzden Hakkari Dağ Komando Tugayı’nın neredeyse her çadırında, her binasında kocaman harflerle ‘Temas Muhakkak’ yazılı. Yani mutlaka düşmanla temas sağlanacak, bundan kaçış yok.
Bu son şehit haberlerinin ardından bir süredir var olan Pençe-Kilit eleştirileri de yeniden gündeme geldi.
Bu harekat bölgesinde görev yapmış bazı askerler, Pençe-Kilit’in stratejik hedefi olan ‘sınıra kilit vurma’nın gerçekleşmesi imkansız bir hedef olduğunu düşünüyor, geçici ve kalıcı üs bölgelerinin giderek Türk sınırından uzaklara kurulmasının buralara ikmali çok zorlaştırdığını söylüyor, buralara indirilen askerlerin nöbet değişim sürelerinin uzunluğundan hareketle bu bölgedeki askeri birliklerin yorgun olduğunu belirtiyor, hatta daha da ileri gidip bu bölgeye kaydırılan asker sayısı yüzünden Türkiye’nin Batıdaki savunmasının zayıf düştüğünü ileri sürüyor.
Gelen eleştiriler bir yana, savaşın doğasını ve temelini burada anlatmaya çalışıyorum: O dağlardan PKK geçişi durdurulamazsa, terör eskiden olduğu gibi yeniden Türkiye topraklarına taşınır.
TSK’nın yapmaya çalıştığı işte bu: Terörün Türkiye topraklarına taşınmasına engel olmak.
Ama unutmayın, bu bir savunma savaşı, saldırı savaşı değil. Bu yolla terör en fazla son birkaç yılda yaşadığımız gibi yavaşlatılabilir, bitirilemez.
Savaşı bitirmenin yolu siyasetten geçiyor, askerlerden değil. 40 yılı aşkın süredir yaşadığımız bu savaşı bitirmek isteyen bir siyasi irade de ufukta gözükmüyor.