Evet, bundan tam yüz yıl ve iki gün önce, bu ayın 27’sinde, Yunan ilerlemesi durakladı ve hükümeti Kayseri veya Sivas’a taşımaktan vazgeçtik.
Duraklamanın, biri kendiliğinden gerçekleşen biri de bizim sağladığımız iki sebebi vardı. İkmal hatlarının uzaması 1921’de bütün orduları yavaşlatır ve durdururdu. Bu birinci sebepti. Fakat ikinci sebep daha etkiliydi. Türk süvarisi cephe gerisinde Yunan ikmal kollarını vuruyor, cephane ve yiyecek akışını durduruyordu. Bu harekât sadece Sakarya’nın hemen doğusunda, İzmir’den gelen ikmal hattını kesmiyordu. İzmit körfezinden, müttefik işgalindeki “tarafsız bölge”den gelen Yunan ikmalini de büyük çapta engelliyordu. Ve geçen yazımda belirttiğim gibi Türk süvarisi 27 Ağustos’ta Yunan karargâhını bastı. General Papulas canını zor kurtardı.
Rahmetli tarih hocamız, Prof. Dr. Mustafa Kafalı bu süvariyi bize bir konuşmasında anlatmıştı. Elini, verdiği bilgiyi vurgulamak için öne uzatarak şöyle diyordu: “İşte Varna’nın, Kosova’nın, Mohaç’ın yüz bin süvarisinden elimizde kala kala…”, sonra tekrar ediyordu, “kala kala, kala kala…. Bu beş bin atlı kaldı!” Tarihi yaşamak budur işte.
Sırada Constantinopolis var
Yunan yavaşladı ama durmadı. 27 Ağustos’ta Güzelkale düştü. Fakat 28’inden itibaren Yunan ordusunun yiyecek ve cephane sıkıntısı ciddî boyutlara çıkmıştı. Türk ordusu, Tekâlif-i Milliye ile ikmal eksiğini toparlamasının yanı sıra doğu ve güneyden kuvvet takviyesiyle ve yeni askere alma atılımıyla asker sayısını artırmıştı. Şimdi darlık, subay sayımızdaydı. Neredeyse yarım asırdır savaştan savaşa hırpalanan zabitan, Sakarya’da büyük zayiat verdi. Bu yüzdendir ki Sakarya’ya “Zabit harbi” denir.
Yunan ordusu yokuş yukarı saldırılarda büyük zayiat vererek tepeleri alıyor fakat hemen bir sonraki sırtta yeni Türk mevziiyle karşılaşıyordu. İki tarafın kayıpları da büyüktü. 2 - 3 Eylül günleri durmaksızın devam eden çarpışmaların sonunda Yunan, Çaldağı’nı ele geçirdi. Buradan Ankara’nın ışıkları görünüyordu. Ankaralılar sabah akşam top seslerini duyuyordu. Düşman, aynı günlerde Haymana – Polatlı yolunu, Ahırkuyu mevkiinde keserek Türk ordusunu ikiye böldü. Atina’da Yunan Başbakanı Dimitrios Gunaris, İngiliz Sefiri Lord Granville’e gönderdiği mesajda, “Türkiye’yi artık ölü kabul edebilirsiniz.” diyordu. Ankara’yı aldıktan sonra Batı’ya dönecekler, Çatalca’ya yığdıkları ordularıyla birlikte İstanbul’a yürüyecekler, müttefiklerini, Constantinople’u kendilerine bırakmaya zorlayacaklardı. İstanbul’u da Ege sahillerini de tarihî mirasları ve hakları kabul ediyorlardı.
Efendim nerde, ben nerde?
Gunaris’in mesajının mürekkebi kurumadan Anadolu’dan komutan Papulas’ın telgrafı geldi. Papulas, had safhada yiyecek, yem ve cephane sıkıntısını bildiriyor, Ankara’yı alma planının terk edilerek ateşkes teklifi için müsaade istiyordu. Talep reddedildi.
Siyasette söylenenle askerin söylediğinin farklılığına bakınız: Gunaris’in İngiliz sefirine gönderdiği “Türkiye öldü!” mesajından on gün sonra, Londra’da 13 Eylül 1921 tarihli Times gazetesi Papulas’ın beyanını yayımlıyordu: “Savaş bitti!” Bu yerel bir bitiş değil, her şeyin bittiğini hissettiren bir mesajdı ama Papulas’ın ileri görüşlülüğü bir yıl sonra, 1922 Ağustos ve Eylül aylarında daha iyi anlaşılacaktı.
7 ve 8 Eylül’de Türklerin keşif maksatlı hücumları karşısında Yunan hatları geri çekilmeğe başladı. 9 Eylül’de Fevzi (Çakmak) ve Kazım (Özalp) paşaların Zafertepe karargâhına Mustafa Kemal Paşa da geldi ve birlikte bütün kuvvetlerle taarruz kararı verildi. Düşmanın dinlenip toparlanmasına izin verilmeyecekti.
Türk karşı hücûmu 10 Eylül’de şafakla başladı. Yunan cephesi ağır top ateşi altına alındı. Muharebenin başladığı Mangaldağ aynı gün alındı. Çaldağı’nı ertesi gün aldık. Yunan askeri ağır zayiat vererek çekiliyordu. 11 Eylül’de General Papulas genel çekilme emri verdi. Emre göre Yunan ordusu, Sakarya’yı batıya doğru aşıp Eskişehir’deki eski mevzilerine çekilecekti.
Ey ruh, bitmediysen şu kitabı çevir
Emir çekilme ile bozgun arası bir hızla gerçekleşti. İki gün içinde Yunan, ölü ve esir 20,000 asker, yüzlerce top ve kamyon kaybetti. Esir sayıları ilginçtir. Türk esirlerinin sayısı 805 kişidir. Yunan esirlerinin 14,450! Bu sayılar, düzenli taarruzla düzensiz firar arasındaki farkı gösteriyor. Yunan askeri korku içinde yalnız ağır teçhizatını değil, tüfeklerini de bırakıp kaçtı.
Amma çok şey mi biliyorum? Savaşın askerî yönü Genelkurmay yayınlarında pek güzel anlatılmıştır. Fakat bakın ben, yalnız o bilgiyi değil, bizim ve düşmanın askerî olmayan bilgilerini de anlatıyorum; İngilizlerle olan biteni de. Nasıl? Pek kolay. Rahmetli Prof. Stanford Shaw’un, dev eserinin III-1 cildinin son bölümünü okudum; o kadar. Beş cilt denilen fakat üçüncü cildi III-1 ve III-2 diye ikiye bölündüğünden fizikî altı ciltlik, “İmparatorluk’tan Cumhuriyet’e- Dokümanter Tarih” eserinden. Shaw Hoca’nın en büyük çalışması; binlerce büyük sayfa. Nerede bulacaksınız? Türkçesini bulamayacaksınız. Sadece İngilizcesi var. Tamamını Türk Tarih Kurumu bastı. Bu Tarih Kurumunun başarısı. Fakat Türkçesi yok. İngilizcesinin yayımlandığı 2000 yılından beri yok. Bu da aynı kurumun büyük ayıbı. Veya bütün Türk yayın dünyasının.
Bizden başka hangi millet, devletinin yeniden kuruluşunun en ayrıntılı tarihini kendi diline çevirtmez? Kalbi olanların dili yok, dili olanların kalbi yok! Ve ruh… o zaten yok.