Bizim mahalleden bazı insanlarla konuşuyorum. Canım sıkılıyor. Fikirleri benimkilere benziyor. Yine de sıkılıyorum. Başka mahallelerden aynı sıkıntıyı yaratanlar da var. Bu beklenir. Fakat başka, hatta taban tabana zıt mahallelerden de dikkatle dinleyip sohbet ettiklerim oluyor. Bu kolay rastlanan bir hâl değil.
Kendi kendime, acaba nedendir diye sordum. Sonra yine sordum. Ve sorarken sebebini buldum. Aradaki fark, sormakla vaaz vermek arasındaki farkmış.
Altmış yıldır yazıyorum. Tabi daha önce de yazıyordum ama 15 yaşımdan sonra yazdıklarım dergi ve gazetelerde basılıp yayımlanmaya başladı. Geriye doğru bakıyorum… Belki ilk zamanlarda ben de vaaz vermişim. Fakat on yıllar geçtikçe, soran tarafım, vaaz veren tarafımı bastırmış. Bakınız, bu yazı da bir soruya cevap arayışı yazısı.
Ben böyleyim de onlar değil… Hayır. Soran ve bulduğu cevapları yazan epey bir insan var çok şükür. Fakat kendi doğrusundan hiç şüphe etmeyen kesin inançlılar bizden fazla. Onlar daha kalabalık.
DOĞRU MU OLSUN YARALI MI?
Vaazcıların maksadı bir takım sorulara cevap bulmak değil, inandığı “hakikatlere” karşı tarafı da inandırmak. Ve ezberlerindeki cevaplar o kadar kesin ve vazıh ki bunları görmeyenler ya cahil yahut maksatlı olmalı. Onlar vaaz ettiklerinden o kadar eminler ki, anlatırken verdikleri örneklerin tamamının doğru olması da gerekmez. Tezlerine yararlı olması yetiyor.
Buna karşılık, yararsız gerçeklerin söylenmemesinde fayda var. Ben çoklukla sağlık haberlerini izlediğim için sayın bakanımızdan özür dileyerek ondan iki örnek vereyim.
Birisi, şu lebalep Ak Parti kongrelerinin, imtiyazlı cenaze törenlerinin salgını azdıracağı konusu gündeme getirildiğinde sarf ettiği, “Bunları konuşmanın kimseye bir yararı yok” sözüdür. Ben farklı düşünüyorum. Toplum hafızası yanlışları bilmeli ki tekrarlanmasına karşı hassas olsun; aynı felaket bir daha tekrarlanmasın.
İkincisi, “Çin’le aramızı bozacak konuları kaşımayınız” idi. Burada da yarar, nasıl da doğrunun önüne geçiveriyor. Medeniyetimizin ilk yazılı temel taşlarının atıldığı, Yusuf Has Hacip ve Kutadgu Bilig’in, Kaşgarlı Mahmut ve Divan-ı Lügat-it Türk’ün yazıldığı toprakların, onların soyunun kırıldığı sırada bu doğruları dillendirmememiz tavsiye ediliyordu. Galiba bu sözü söylettiren Uygur katliamı değil de aşının alınış süreciydi. Fakat benim kafamda Has Hacip ve Kaşgarlı daha önde.
Aydınlanma sonrası, bilim devrimi sonrası o günkü cevaplar yıkıldı, sorular üstünde yeni bir dünya yükseldi. Bilim devrimi, sorarak, sorgulayarak ilerledi. Yuval Noah Harari’nin ünlendiği ilk kitabı Sapiens’te bir tespiti var:
Bilim Devrimi bilgi devrimi değildir. Her şeyden önce bir cehalet devrimidir. Bilim Devrimi’ni tetikleyen büyük keşif, insanların en önemli sorularının cevaplarını bilmedikleriydi. … Bilim devrimi aslında bilmiyorum devrimidir.
İGNORAMUS DEVRİMİ
Gerçi bilim adamı da o güne kadar öğrenilmiş bilgileri toplar. Ama maksadı, bilgi koleksiyonu yapmak değildir. Bilinmeyeni öğrenmektir.
Avrupa Orta Çağı’ndaki papazlara göre her şey biliniyordu. Bulunacak veya keşfedilecek yeni bir bilgi yoktu. Bir şeyi bilmiyorsanız, sizin üstünüzde mutlaka onu bilen biri vardı. Eğer yoksa, o şey, bilmeyi gerektirmeyecek kadar değersizdi. Harari gösteriyor ki, 16. asra kadar çizilen dünya haritalarında boş yer yoktur. Her yerin bir ismi vardır. Her yer tıklım tıklım adı sanı belli memleketlerle doludur. Velhasıl dünya üzerinde bilinmeyen yer yoktur. 15. asır tam biterken ve 16. asır boyunca art arda yapılan keşiflerden sonra çizilen dünya haritaları bambaşkadır. Bir sürü boşluk ve “bilinmeyen bölge” vardır. O her şeyi bilen papazların hiç bilmedikleri yeni dünyalar keşfedilmiştir.
Harari’ye göre bilim devrimini başlatan düşünce, “Ignoramus”, yani “Ben bilmiyorum” itirafıdır. (Benim, Alt Akıl: Aptallar ve Diktatörler, Panama Yayınları 20, sayfa 239-240 ve oradaki atıflara bakınız.)
Kafamdaki ayrım sağ-sol veya muhafazakâr-yenilikçi ayrımından ziyade bir tarafta vaaz verenlerle diğer tarafta merak edip soru soranlar ayrımıdır. Bizler, cevaplarımızı değil, sorularımızı anlatıyoruz. En iyimser tahminle, zor sorulara arayıp tarayıp bulduğumuz tahminî cevapları, “şimdilik” kaydıyla aktarıyoruz.
Bazı insanlar bizim sorularımızı beğenmeyebilir. Zararı yok. Ama soru sorulmasına bütün bütün engel olmaya kalkmasınlar. Bizimkileri beğenmiyorlarsa bizimkiler yerine kendi sorularını sorsunlar. Ama sorsunlar.