Taha Akyol, 26 Mayıs yazısında, Daron Acemoğlu’nun endişesini aktarıyordu:
Türkiye dünyadaki dijitalleşme ve yapay zekâ devrimine dikkat etmiyor, bu yüzden önümüzde on yıl çok daha sıkıntılı olabilir.”
Çin’in başındaki Şi Cinping de Doğu Türkistan’daki katliamdan vakit ayırabildiği zaman aynı şeyi söylüyormuş. Foreign Affairs dergisinin Temmuz/Ağustos sayısında Jude Blanchette, Şi’nin Çin’e etkisini anlatıyor:
Şi’nin iktidarındaki en sonuç alıcı değişimler, yapay zekâ, robotik ve biyomedikal mühendislik ve benzeri yeni teknolojilerdeki ilerlemelerdir. Şi, bu yeni aletlerin “hâkim tepeleri”ni ele geçirmenin Çin’in ekonomisinde, askerlik gücünde ve jeopolitik kaderinde kritik bir rol oynayacağına inanıyor. Ülkeyi ileri teknoloji üretim santrali hâline getirmek için [Çin Komünist] Partisinde seferberlik ilan etti. Bu program, yarıiletkenlerden bataryaları kadar millî güvenlikte kritik kabul edilen alanlarda ülkenin Ar-Ge üretim kapasitesini geliştirmek için büyük meblağları harcamayı da kapsıyor. Şi’nin 2014’te dediği gibi, ilk davranma üstünlüğü, “bilim ve teknoloji inovasyonu öküzünün burnunu tutanın olacaktır.”
SÜREKLİ DEVRİM
Öyle ya. Bundan dört asır önce endüstri devrimine dikkat etmedik… Sonra ne oldu?
Üç kıtada yedi milyon kilometre kare üstüne devlet kuran “cedlerimiz”, ülkenin yüzde doksanını kaybettiler. Şimdi olup biten de endüstri devrimine benzer yeni bir devrim mi? Evet ve hayır. Evet, çünkü her on, on olmazsa yirmi yıl, çok büyük değişiklikler getiriyor. Tsunami cesametinde değişim dalgaları sahillerimizi dövüyor. Fakat hayır, bunlar yeni bir devrim değil. Asırlardır süregelen ve geçmişte benzeri bulunmayan, her geçen gün şiddetini arttıran bir fırtınanın devamı. İsterseniz sürekli devrim deyiniz. Bu etiket, kime niyetti, kime kısmet oldu!
Anlaşıldı. Dijitalleşme ve yapay zekâ devrimine dikkat edeceğiz, o alanlarda geri kalmayacağız. Acaba nereden başlasak?
STEM VE ÖTESİ
İlk akla gelen gençlerimize bol bol matematik, fizik, programcılık falan öğretmektir. Gerçekten de çağdaş teknoloji yarışına girmek isteyen ülkeler STEM dedikleri eğitime yöneliyor. STEM, İngilizce Bilim, Teknoloji, Mühendislik ve Matematik kelimelerini baş harfleri. Aynı zamanda kök anlamına geliyor; böylece kelimeyle latife yapmış oluyorlar.
STEM’i nerede ve nasıl öğreteceğiz diye sormak hatasını işlersek konu, atıfsız rektörlerin yönettiği, aile yemlikleri hâline getirilmiş üniversitelere gider ki oraya hiç girmeyelim. Farz edelim ki hiç olmazsa birkaç okulumuz çatır çatır bilim, teknoloji, mühendislik ve matematik öğretiyor; orta öğretimde ve yükseğinde. Bu konularda sadece test çözen değil, bunlara, uygulayacak derecede hâkim olan öğrenciler yetiştiriyor.
Şimdi gelsin efendim inovasyon… mu?
ARABAYI ÖKÜZÜN ÖNÜNE KOŞMAK
Şi Cinping, öküzle başlamış, öküzle devam edelim; bu davranışa, arabayı öküzün önüne koşmak denir. Fakat biz bunu Osmanlı’dan beri yapıyoruz.
Bilgiyi izlemek, bilgiyi memlekete aktarmak, onu gençlerimize öğretmek, ülkeyi bir ileri teknoloji bilen bilim ve teknik adamlar ülkesi hâline getirmek… Bunlar çok güzel adımlar. Mutlaka gerçekleşmesi gereken adımlar. Gerekli adımlar. Fakat matematikte dediğimiz gibi gerek şartlar ama yeter şartlar değil.
Bir unsur daha var. Ülkenin ekonomisinin, sanayisinin, resmî ve özel kuruluşlarının bu bilgileri talep etmesi lazım. Bu donanıma sahip gençleri kendi çatıları altına almak için birbirleriyle yarışması lazım. Ortada böyle bir talep görüyor musunuz?
Bilgi ve bilgi sahibi gençler- veya orta yaşlılar- teknolojiyle yükselmenin tohumudur. O tohum olmadan bir yere varamazsınız. Ancak tohumun yeşereceği verimli toprak da gerekir. Bizde bu var mı?
KİMİN İÇİN YETİŞİYORSUNUZ?
En son ne zaman siz çocuğunuza, kızım, oğlum, STEM öğren, seni havada kaparlar, dediniz? En son ne zaman kızınız, oğlunuz size, anne, baba, ben yapay zekâda bir ustalaşayım, bakın nerelere yükseliyorum, dedi? Yoksa siz onlara, evladım, yanaşıver şu adama, partide yerini sağlama al, bak nasıl çabucak zengin olursun mu diyorsunuz?
Eğer siz bilim ve teknolojiyle donattığınız gençlerinizi talep edecek bir Türkiye’yi yaratamazsanız, o gençler burada kalmaz. Onları talep eden ortama göçerler. Siz yetiştirseniz de onlar Türkiye’nin envanterine girmez. İnovasyon lokomotifiyle ilerleyen, yeniliklerle zenginlik yaratan ülkelere eleman yetiştirirsiniz.
İşte bu yüzden, bir Türk şunu yaptı, iki Türk aşı buldu, ötekisi Kimya Nobeli aldı haberlerini “at konuştu”, “kedi uçtu” şaşkınlığıyla okuyoruz. Bizde o insanlar var; yoksa da yetiştiririz. Fakat o insanları talep eden ülke yok; o ağ ve o ahlâk yok.