Bu günlerde, eğitimle yakından ilgili arkadaşlarımla sıkça bir araya geldim. Güzel tesadüflerdi. Bilmediğimi bile bilmediğim şeyler öğrendim.
Eğitimi, kutu karalama testlerinde, şu kadar net çıkarmaya odaklayan millî eğitimimizin, nasıl bir canavar yarattığını tahmin ediyordum ama bu kadarını değil. Yayıncılıkla yakından ilgili dostlarım anlattı. 12 yaşına kadar çocuklarımız gayet iyi okuyormuş. Kastettiğim, her cins kitap, özellikle edebiyat eserleri. 12 yaştan itibaren ani bir düşüş yaşanıyor. O yaşta liseye geçiş sıkıntısı başlıyor. Daha sonra üniversiteye geçiş buhranı ve sınavlar, sınavlar. Sonuç, okumanın bitişi. Testkolizm uçurumuna düşüş. Okuma böyle, yazma zaten hiç yoktu.
Sınavlar bilgiyi, öğrenmeyi, gelişmeyi ölçse yine iyi. Sınavlar kutu karalamaca test tekniklerine yönlendiriyor. Türkçe öğretmeni bir arkadaşım, hâlimizi pek güzel özetledi: “Diyelim 100 yazar ve onların 1000 eseri var. Çocuklara tek öğrettiğimiz, yazarları eserlerle eşleştirmek.” Hatta kolayakılda kalsın diye tekerlemeler türetmişler: “Peyami Safa 9 yıl koğuşta kaldı” gibi…
ÖNEMSEMİYORLAR
Ne o 100 yazarı tanımak ne de o 1000 eserden bir tekini bile okumak gerekiyor. Yazma zaten eğitim sistemimizden çoktan kovulmuş. Okuryazar olmayan test çözücüler, okumayan ve hiç mi hiç yazamayan, fakat çok güzel kutu karalayan genç vatandaş yığını. Bu hâlin üzerinden on yıllar geçti. Hâlâ yığın ama artık o kadar genç de değiller. Ve bir kısmı şimdi öğretmen oldu. Öğrendikleri kutu karalama tekniklerini öğrencilere öğretiyorlar.
Kadim dostum, eski bir YÖK başkanı ile dertleştik. “Millî Eğitim Bakanlığı buna ne diyor?” diye sordum. “Birkaç defa, birkaç bakanla konuştum.” dedi, “Yaaa doğru söylüyorsun, cık cık deyip geçiyorlar. Önemsemiyorlar. Öyle bir problemleri yok.” (Şu andaki Millî Eğitim Bakanı değil. Ama şu andakiler de testkolizm konusunda ne yapıyor, bilmiyorum.)
Hani klişeleşmiş bir laf vardır, sonradan görmeler için söylenir: Her şeyin fiyatını bilir ama hiçbir şeyin değerini bilmez. Bizim eğitim çarkından çıkanların çoğu da ders kitaplarından çıkacak soruların cevaplarını bilir ama hiçbir konuyu anlamaz. Soruların cevaplarını bilmeleri de pek özel. Yukarıda sözünü ettiğim Türkçe öğretmeni arkadaşım açıkladı: “Falan eseri kim yazdı?” sorusuna cevap veremiyorlar. Fakat alta dört tane seçenek sıraladığınızda doğruyu bulabiliyorlar.
ZİNCİRLEME ÇÖKÜŞ
Yeni mezunlarımızın aklında sadece ve sadece eşleştirmeler var. Şu yazarla şu eser, şu iklimle şu ülke, şu padişahla şu fetih. O eserde ne yazmış, o iklim neye benzer, o fethedilen yer nasıl bir yerdir, o fetih sırasında dünyanın geri kalanında ne olup bitiyordu? Bunlar gereksiz sorular. Çünkü sınavda test hâlinde çıkmaz. Öğrenmeye de değmez. Bana da tiyo verdiler. Diyelim soruda bir şiir var ve bu hangi edebiyat dönemine aittir, diye soruluyor. Eğer şiirde “millet”, “millî” falan geçiyorsa banko “milli edebiyat” imiş. Tabii verilen seçenekler arasında varsa.
Milletler de devletler de kurumlar da nesillerin nesillere bilgi ve gelenek aktardığı teselsül zincirleridir. lugatim.com ”teselsül”ü, “Kesintisiz olarak birbirini takip etme, zincirleme devam etme.” diye tarif etmiş. Küçük büyük bütün toplumlara, bütün topluluklara, kişiliklerini veren şey bu miras zinciridir. Milleti millet yapan da nesillerden nesillere aktarılan kültürdür; bir üniversiteye, bir okula, bir eğitim sistemine şahsiyet kazandıran da. Bakınız, liseden üniversiteye, en kaliteli eğitim kurumları genellikle en eskilerdir. Fakat eski olmak yetmez. O tarihe uzanan köklerin kesilmemesi, teselsülün teselsül olması gerekir.
Bu söylediklerim iyi alışkanlıklar, iyi gelenekler için geçerli olduğu kadar, maalesef kötü alışkanlıklar ve gelenekler için de geçerli. Diyelim ki millî eğitiminiz bir yıl çoktan seçmeli teste çalıştı. Sonra bir yıl daha, sonra bir yıl daha. Zaman uzayıp da o bir yıllar bir nesil, iki nesil diye uç uca eklenince kötü gelenek zinciri oluşur ve giderek sağlamlaşır. Şimdi öğretmen de testkolizm geleneğinden yetişmiştir. Onun öğretmeni de… Artık başka türlüsünü bilmezler, yapamazlar.
TEDAVİ VAR MI, TEDAVİ?
Yorumcularım, sıkıntılarımızı anlattığımı, fakat çözümü vermediğimi söylüyor. Gerçi her sıkıntıyı belirleyen çözümünü de versin, yoksa ebediyen sussun diye bir kural yok. Çözümü de başkası bulsun diyebiliriz. Ama köşe yazarı sıfatımla her şeyi bilme mecburiyetimden dolayı deneyeyim bakalım.
Çözüm, testkolizmin sebebini yok etmekten geçiyor. Sistemin test performansına değil, öğrencinin gelişmesine, yetişmesine odaklanması lazım. Bazı sınavlar sözlü, bazı sınavlar yazılı yapılmalıdır. Daha zordur ama anlama, öğrenme gerektirir. Sınıftaki başarının ağırlığı arttırılmalıdır. “Bazı okullar öğrencilerini başarılı kılmak için bol keseden not verir.” denecektir. Onun da çaresi var. Nota değil, sınıftaki sıralamaya bakılır. Başarılarına göre okullar da puanlanır.
Bütün bunlar yapıldıktan sonra bazı geçişlerde test de uygulayabilirsiniz. Zararı yoktur. Çünkü öğrenci o testi alacağı aşamaya gelene kadar birçok yazılı, sözlü sınavdan geçmiş, sınıf içinde belli bir düzeyi tutturmuştur. Artık testi de o kazanımlarına dayanarak çözecektir; ezberlemektense anlamak daha kolay hâle gelmiştir artık.