Sistemlerin girdileri vardır; bir de çıktıları. Girdileri değiştirerek çıktıları istediğiniz hale getirmeye çalışırsınız.
Mesela, güneşli bir gün, kaç pencerenizin perdesini açtığınız girdidir. Çıktısı, odadaki ışık miktarıdır. Araba kullanırken gaz pedalına kaç santim bastığınız girdidir; arabanızın hızı çıktıdır. Kaloriferdeki suyun sıcaklığı girdidir; evinizin kaç derecede bulunduğu çıktı…
GERÇEĞİN OTORİTESİ YERİNE OTORİTENİN GERÇEĞİ
İstenilen çıktıyı almak için girdileri ayarlamak yerine, çıktılarla oynamak, çıktıları gizlemek ahlâklı bir davranış mıdır? Nefesi tıkanan arabanın hız göstergesini arkadan bir düzeneğe bağlayıp saatte yüz elli kilometre gidiyoruz desek, yolcular mutlu olur mu? Hani bir zamanlar ikinci el arabaların kaç kilometrede olduğu anlaşılmasın diye kilometre saati ayarlanırdı.
Bir apartmanda bir dairemiz var diyelim. Apartman yönetimi toplanan aidatları çarçur etmiş. Şimdi belediyeden gaz alacak parası yok. Girdi-çıktı hikâyesine göre kalorifer kazanındaki suyu yeterince ısıtamıyor. Bu durumun tek çaresi, çarçur ettiği paralar yerine para bulup gaz almaktır. Girdiyi olması gereken seviyeye getirmek; dairelerde tekrar 20 küsur derece sıcaklık sağlamak. Onun yerine çıktılarla oynamayı tercih ediyor. Önce nutuk atıyor: Onlaaar 15 derece diyor ama sıcaklık 20’nin üstünde; bu kış gününde komşular bizi kıskanıyor!
MUTLULUK TERMOMETRESİ
Sonra homurtular artıyor. Parayı birlikte yok ettikleri yardımcısı bir çare buluyor: “Bir tanıdığım, sıcaklık taksimatını istediğin gibi ayarlayabileceğin termometre yapmış!” Hemen o termometreden birkaç tane alınıyor. Gerçeğin 8 derece üstünde göstermeye ayarlanıyor. Koridora ve en çok şikâyet eden daire sakinlerine veriliyor. “Bundan sonra sıcaklık ölçme standardımız bu termometrelerdir. Bizim apartmanımıza soğuk diyenler, bize düşmandır, kötü niyetlidir, dış güçlerdir.”
Bir gün, yönetici, kapıcıyı kovar. Niçin diye soranlara, “Laf dinlemiyordu. Kaç defa söyledim, dairelerin soğumasının sebebi kazanın içine gereğinden çok doğal gaz üflemektir. Dinlemedi…”, der.
Bunlar misaller, fanteziler. Yukarıdaki örnekler gibi “tek girdiye tek çıktı” sistemlerine gerçek hayatta pek rastlanmaz. Apartmanın kalorifer kazanının ne kadar kireçlendiği, kazandan çıkan su kadar, giren suyun sıcaklığı, pompanın debisi, duvarların ısı tecridi, pencerelerin boyu ve tek cam-çift cam oluşu… Sonra girdilerin hepsini canınızın istediği gibi değiştiremeyeceğinizi, çünkü bazılarının birbirinden bağımsız olmadığını; biri değişirken öbürünün sabit kalamayacağını görürsünüz.
Bazen insana, eve, şehre, ülkeye, ekonomiye, hemen her şeye, sistem gözüyle bakmak yararlıdır. Hangi girdileri daha kolay, daha düşük maliyetle değiştirebilirsiniz? Hangi girdideki değişiklik çıktıyı en fazla etkiler? Hangi girdiler birbirine bağlıdır? Mesela ekonomide, faiz, kur ve enflasyonun üçünü birden kontrol edemeyeceğiniz belirlenmiştir. Ne kadar konuşursanız konuşun.
Ve termometreyle oynayarak odanın sıcaklığını arttıramazsınız.
LAF KOLAY, GERÇEKLER ZOR
Biyolojiden ekonomiye insanlar sistemin içini bir kara kutu gibi ele alırlar ve sadece dışarısıyla ilgilenirler. Bazen bu yaklaşım, maksadı sağlamaya yetmeyebilir. O zaman sistemin içine girip onun işleyişini değiştirmeniz gerekir. Kalorifer kazanını yenilemek… Arabanın motorunu tamir etmek… Ekonominin borçlanarak büyür hâlini, ihracat yaparak büyür hale çevirmek… Bunlar daha zor işlerdir tabi.
İşte hem neyin, hangi değişikliğin ne kadar etki yapacağını belirlemekte bilim bize bir yol gösteriyor: Modelleme ve simülasyon. Yaşasın bilgisayar! Böyle işler bir zamanlar aylar, yıllar alırken şimdi birkaç gün içinde yapılabiliyor. Basit hallerde bir Excel tablosu yetiyor. Daha karmaşıkları programlayabiliyorsunuz.
Modelleme, sistemin gözlediğiniz, tahmin ettiğiniz işleyişini makinede kurmak demektir. Öyle ki bir kere kurdunuz mu girdileri istediğiniz gibi değiştirip programın size ne sonuç verdiğine bakabilirsiniz. Hatta girdilere göre çıktıların grafiğini bile çizebilirsiniz. Bir model üzerinde bunları yapmaya da simülasyon diyorlar. Faiz şöyle olursa, döviz ve enflasyon ne olur? Şu kadar gün kapanırsak, hasta sayısı nereye gelir? Halkın yüzde 10, 20, 30, … 70’i bağışıklık kazanmışsa bulaşma hızı nereye düşer? Yüzde kaçta bulaşma sayısı artık artmaz, kendiliğinden azalır?
Bunları inceler ve uygularsınız. Veya kaputun altına girip elinizle hız göstergesi üzerinde oynarsınız. Veya hasta sayısını az gösterir, hiç bildirmezsiniz. Veya mevcut olmayan bir marketteki fiyatları enflasyona temel alırsınız; almayan olursa da görevden alırsınız.