İster bakkal dükkânı işletin ister devlet yönetin, ilk soracağınız soru, 'Ben neye yararım?', olmalı.
Yıllar önce bir üniversitenin kalite yönetim komitesindeydim. Avrupa üniversitelerinin Bologna Süreci’ne hazırlanıyorduk. Bologna Süreci dedikleri basbayağı topyekûn kalite çalışmasıdır. ABD ve İngiltere’den gerilerdeki Avrupa üniversitelerini onların düzeyine çıkarıp onlar gibi talep görmelerini sağlama gayretidir. Galiba başladıklarında bu yakalamayı sağlayacakları yıl olarak 2010’u koymuşlardı. Hâlâ orada değiller. İngiliz üniversiteleri hâriç. Fakat onlar zaten başlangıçta da ABD ayarındaydı.
Evet, basbayağı topyekûn kalite çalışmasıydı. Hatta bizi desteklemeye (aslında teftişe) gelen ekibe sordum, niye adını koymuyorsunuz diye, “Siyasî sebeplerden” diye cevap verdiler. Siyasî sebepler: Müşteri, rekabet ve benzeri kelimelerin tekellümü bizdeki gibi onlarda da siyaseten yanlış addediliyor. “Biz ABD’nin gerisindeyiz, onu yakalayacağız” demek de.
VİZYON VE MİSYON
Kalite çalışmasının besmelesinde vizyon ve misyon vardır. Birincisi, yani “vizyon”, yönettiğiniz kurumu on, yirmi, otuz, hatta elli yıl sonra nerede görmek istediğinizi, sanki oraya varmışsınız gibi tarif etmektir. Ki mensuplarınıza heyecan gelsin, hedefe kilitlensinler. Yani onlara “Kızıl Elma” gibi bir hedef göstermektir. Tam değil; benzeri… Nedir Kızıl Elma? Pek sevdiğim bir sözün anlattığıdır: Yıldızlara ulaşamayız ama onlara bakarak yönümüzü tayin ederiz. Hani Mança’lı Don Kihoti’nin (Kişot deyin isterseniz) şarkısındaki gibi: Erişilmez yıldıza erişmek.
Vizyon da Kızıl Elma’ya benzer. Erişmesi zordur. Kızıl Elma gibi. Fakat Kızıl Elma’dan farklıdır; erişilebilir olmalıdır… Yıldızlara bir gün erişilir ama Kızıl Elma’ya asla. Çünkü erişildiği an o, Kızıl Elmalıktan çıkar. Yeni bir Kızıl Elma bulunur.
CAN YAKICI SORULAR
Misyon en az vizyon kadar önemlidir. Daha anidir, hemen burada, bugündedir. Misyon kelimesini sevmedim. Türkçede misyoneri çağrıştırıyordu ve Türkler bu kelimeyi sevmemekte yerden göğe haklıydı. Onun yerine bu soruyu ikame ettim: Siz neye yararsınız? Bir işimiz de fakülte fakülte dolaşıp Bologna Süreci’ni anlatmaktı. Öyle yaptık. Her fakültede öğretim elemanlarını toplayıp sorduk: Siz neye yararsınız? Sonra da soruyu açtık:
Kime ne yarar sağlıyorsunuz? İki parçadan ibaret: “Kime?” ve “Ne?” Kime hangi hizmeti veriyorsunuz? Gerçekten veriyor musunuz? O hizmeti verdiğinizi söylediğiniz insanlar aldıkları hizmetten memnun mu? Gerçekten onu almak için mi oradalar? O hizmeti verip vermediğinizi, işe yarayıp yaramadığınızı nasıl ölçüyorsunuz? Bir bakın, belki de o dediğinizi değil de bambaşka bir hizmeti veriyorsunuz; belki o söylediğiniz insanlara değil, bambaşka insanlara belki de bazı menfaat gruplarına hizmet ediyorsunuz.
Bunlar bazen can yakıcı sorulardı, hâlâ öyledir.
Hatıra faslını terk etmeden söyleyeyim: Bu soruyu- haddim olmayarak, fakat görevim olarak- sorduğum meslektaşlarım kızmak şöyle dursun, bir entelektüel zevkle algıladılar ve samimiyetle cevapladılar. Bazen arzu edilen hedefi vuramadığımızı anladık ve rota düzeltmesi yaptık. Zaten maksat da oydu. Onlar şişme büyük adamlar gibi değildi. Tenkidi saldırı kabul eden megalomanlardan değillerdi.
ÜNİVERSİTE NEYE YARAR?
Üniversitenin herhangi bir bölümüne, siz neye yararsınız diye sorunca almanız gereken cevaplar bellidir:
1. Türkiye’nin ihtiyacı olan konularda araştırma yapıp kalkınmanın motoru olmak.
2. Türkiye’ye, (1)’deki hedef için çalışacak yeni meslektaş yetiştirmek: yüksek lisans, doktora öğrencileri ve diğerleri…
3. Türkiye’nin ihtiyacı olan dallarda hizmet edecek elemanlar yetiştirmek: lisans öğrencileri…
Bunlardan birincisi araştırma, ikincisi hem araştırma hem eğitim, üçüncüsü de yalnız eğitimdir. Hepsinin de hedefi Türk halkıdır. Türk ekonomisidir.
PEKİ, TEMEL BİLİMLER?
Temel bilimler bu üç hizmetin de temelindedir, üçünün de metodudur. Adı üstünde: Temel. Dolayısıyla akademik unvanlar taliplerinden illâ, “bilime daha önce mevcut olmayan” bir bilgi eklenmesini ister. Ancak, temel bilimlerde bile hangi alanların öne alınacağını diğer üç misyon belirler.
Sonuç olarak yukarıdaki 1., 2. ve 3.’den başka bir de sıfır:
0. Bilime, daha önce mevcut olmayan bir bilgi katmak, yazabiliriz.
En üste koyabilmek için sıfır diyorum.
Dört ifadede de, bir hizmeti alan, bir de verilen hizmet var: Bilime… katmak. Türkiye’ye… sağlamak. Türkiye’ye… yetiştirmek.
Üniversitenin misyonu budur. Siz neye yararsınız sorusuna verilmesi gereken cevap da budur.
Tilkinin kırk hikâyesi vardır, kırkı da tavuk üstünedir. Elli yıllık hocalıktan sonra bu ihtiyar tilkinin hikâyelerinin çoğu da üniversite üzerinedir tabi. Fakat “Siz neye yararsınız?”ı her bir iş yerine, her bir devlet dairesine, her bir derneğe, vakfa, yayına, her bir görevliye, hatta her kişiye de sorabilirsiniz.
Sarsıcı bir sorudur. Maksat titreyip kendilerine dönmeleridir zaten.