Ne istediniz de vermedik?” Aslında bu söz, günümüz Türkiye’sindeki devlet anlayışını, hâkim “iktidar olma” anlayışını pek güzel anlatıyor. Hiç bu tarafını düşündünüz mü? Demek ki vatandaşların ne yapıp ne yapamayacakları kanunlarla değil, iktidarın keyfiyle belirlenir. Bir kısmının yapamadığını, diğerleri “büyüklerden” isteyebilir ve büyükler de lütfedip onlara isteklerini bahşeder.
Bir vakitler istedikleri verile verile semirtilmişlerdi. “Ne oluyoruz?” diye soranların kafalarına vuruluyordu. Devletin kurumları, kanun dışı terör eylemleriyle düşürülüyordu. Hileli, hırsızlı sınavlar, adamlarına yer açmak için mobbing, gerekirse işkence, sahte sağlıklı-sağlıksız raporları… Adalet kurumu, üniversiteler, ordu… Cebren ve hile ile teker teker işgal ediliyor, görevini yapmaktan başka suçu olmayan kurum mensupları düzmece mahkemelerde yargılanıyordu. Normal bir rejimde, yargıya müdahale etmemesi gerekenler, o davaların savcısı olduklarını ilan ediyordu.
Memleketin bütün ordularına sızılmış, bütün mahkemelerine girilmiş, bütün okulları işgal edilmişti. Memlekette iktidara sahip olanlar da siyasi emellerini müstevlilerinkiyle birleştirmişti. Ne zamana kadar? Terörist, işgalci cemaat, tehdidini iktidara çevirene kadar. İlkeler uğruna, adalet uğruna, devlet ve devletin kurumları uğruna kılını kıpırdatmayanlar, ancak tehdit onlara döndüğünde tepki verdiler. Geç kalmışlardı. Devletten verilenlerin geri alınması ancak 15 Temmuz’da ve kanla mümkün oldu.
HER İSTEDİKLERİNİ VERE VERE
Peki, bunlardan ders aldık da hukuku mu hâkim kıldık? Devlet kurumları kendi gelenek ve mevzuatları içinde, kendi algoritmalarıyla işlemeye mi başladı? Tayinler, terfiler, tabii adaylara, hak edenlere, liyakat sahiplerine mi yöneldi?
Metastaz yapmış kanser gibi devletin bütün kurumlarına yayılmış nepotizm (akraba kayırma), krony (ahbap çavuş) kapitalizmi evvel de vardı, sonra da devam etti. Fakat yıllar boyu kanunsuz tayinler, mobbing ve terörle devlet kurumlarına doldurulan FETÖ’cüler temizlenince büyük boşluklar açıldı. İşte oraların doldurulmasında bu sefer başka cemaatler devreye girdi. Birincinin her istediğini verenler, şimdi diğerlerinin her istediğini vermeye başladı. Ne yapsınlar? Başka çareleri yoktu zahir.
Şimdi bu yeniler, namlularını yeniden iktidar partisine çevirebilir. 6284 sayılı ‘Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun’un kaldırılamayacağını söyleyen, Ak Parti Türkiye Büyük Millet Meclisi Grup Başkan Vekili Özlem Zengin, tehdit telefonları almaya, sosyal medyada saldırıya uğramaya başladı. Bir dehşet atmosferinde yaşadığını, konuşmaktan çekindiğini belirtti. Grup Başkan Vekili ne demek? Yani asıl başkanın, aynı zamanda Cumhurbaşkanı olan parti başkanının vekili!
Bu kanunun değiştirilemeyeceğini bir başka yüksek makamdaki kadın da tekrarladı; Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık! O da “6284, kırmızı çizgimizdir.” dediği için saldırı altında. Şimdiki bakanlar koalisyon anlaşmalarıyla, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin güvenoyuyla falan seçilmiyor. Doğrudan doğruya Cumhurbaşkanınca atanıyor. Bir başka kadın eski bakan, şimdiki Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin de hedefte.
TISSS…
Cumhurbaşkanı’nın vekili ve Cumhurbaşkanı’nın bakanları... Saldırı altında. Tehdit altında. Kelleleri isteniyor. “Bunların AKP’den atılması da bizim kırmızı çizgimizdir!” naraları yükseliyor. Ve tısssss.
Cumhurbaşkanı’nın bir bakanına, Cumhurbaşkanı’nın bir vekiline herhangi biri, mesela ben, mesela siz, tehdit telefonu açsa ne olur? Düşünebiliyor musunuz? Twitter’de, bunları atın, satın diye mesajlar atsam ne olur? Bakın ne olur: Bir kere “Elhamdülillah kurduk!” denilen “trol tümenleri” saldırıya geçer. Sonra yüksek yerlerdeki sözcüler, baş danışmanlar, baş şunlar ve baş bunlar, gök gürültüsü gibi, balyemez topu gibi gürler. Hatta onlara sıra gelmez, bizzat Ak Parti Başkanı saldırganlara haddini bildirir. Bu sefer kullandığı birçok sıfatta da haklı olur…
Hâlbuki ne oluyor? -Tıssss.
Ne dersiniz? Ne istiyorlar da alıyorlar? Acaba bu kelleleri de alabilecekler mi?
İŞTE ONA ŞERİAT DİYORLAR
Ak Parti Grup Başkan Vekili Sayın Özlem Zengin, “Bizim mahalle” demiş, “kadınların değiştiğinin farkında değil.” Sayın Zengin, bu tespitiniz tam da konunun merkezi. Hani kaba tabiriyle, zurnanın zırt dediği yer. Varsın Cevdet Paşa, Mecelle’de, “Ezmanın tagayyürü ile ahkâmın tebeddülü inkâr edilemez.” (Zamanın başkalaşmasıyla hükümlerin değişmesi inkâr edilemez.) desin; sizin yobazlarınız “Şeriat” diye tutturur ve şeriattan kast ettikleri tam tamına, bundan 1400 yıl öncesinin Kureyş töresidir. Nas da budur işte! Kadın, erkeğin kölesi olmanın bir parmak ötesindedir. Köle demişken, kölelik de mubahtır, hatta Müslüman’ın kölesini azat edip sevap kazanması için gereklidir de. İtiraz eder, zaman değişti derseniz, alacağınız cevap, “Sen Allah’tan iyi mi biliyorsun?”dur. Çünkü işte tam da o 1400 yıl önceki Kureyş töresi, onlara göre Allah’ın hükmüdür. “Peygamberin yaptığını yap.”, peki. Bir de “Görüp de itiraz etmediğini yap.”. Yani tam tamına 7. asrın Kureyşî’sinin yaptığını yap.
Evet, sizin mahalle kadınların da erkeklerin de dünyanın da değiştiğin farkında değil. Hatta Hicaz’da yaşamadığımızın da farkında değil. Allah sizin mahalleye selamet versin.