Muhalefet, altı ayda düzeltiriz diyor. Altı ayda döviz kuru kararlı hâle gelecek, hatta yeniden sağlanan güvenle Türk Lirası değerlenecek, enflasyon duracak, işsizlik gerileyecek… Hepsi mümkün. Altı ayda mı olur, on ayda mı; ama olur. Her hâlde 1919’da daha kötü durumda değildik değil mi? Ne diyor Atatürk: “Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” Bu sayılanların hepsi doğruydu. Fakat zapt edilen kaleler geri alındı, tersanelere girenler çıkartıldı, dağıtılan ordular toplandı ve işgal edenler memleketlerine kovalandı.
İnsan hayatında da milletlerin hayatında da yanlışlar ve kötülüklerin çoğu geri döndürülebilir. Ama hepsi değil.
Tabiat bilimlerinde olaylar ikiye ayrılır: Geri döndürülebilir olaylar ve geri döndürülemez olaylar. Teknik tabir tersinir ve tersinmezdir. Raftan düşen kitabı kaldırıp yerine koyabilirsiniz. Fakat raftan düşen cam bardak kırılırsa, onu geri döndüremezsiniz.
HER GİDEN DÖNMEZ GERİ
Aslında sosyal bilimlerde de bu kavramları kullanmak gerek. Bir toplumun hayatında da tersinir ve tersinmez olaylar vardır. İşte yukarıda saydığım ekonomik sıkıntılarımız, muhalefetin iddiasına göre tersinirdir. Ben de öyle olduklarına inanıyorum. Millî Mücadelenin göğüslediği felaketler de tersinirmiş; çok şükür.
Fakat her şey öyle tozpembe değil. Olup bitenler arasında geri döndürülemez yıkımlar da var. Mesela beyin göçü dediğimiz insan sermayesi kaybımız! Daha dün haberler, en değerli birkaç tıp fakültemizin yıllık toplam mezun sayısından fazla hekimimizin bir yıl içinde yurt dışına göçtüğünü söylüyordu. Hekimlerimizde hâl buysa diğer alanlarda nasıldır? Her meslekte “konvertible” insan gücümüzü de kaybediyoruz. Yalnız Edirne’de Leva ile, Iğdır’da Tümen, Lari ve Manat ile alım yapılmıyor. Dolar ve Euro ile yetişmiş insanlarımız da alınıp götürülüyor.
Bu büyük çapta geri dönülmez, tersinmez bir akış. Belki tam öyle değil. Belki ekonomiyi düzeltip kurumların kalitesi ve itibarı iade edildiğinde bir kısmını geri kazanabiliriz fakat ancak bir kısmını.
KURUMLAR… YA KURUMLAR?
Ama tersinmez bir başka değişim var. Liyakatin iki paralık edildiği, aynı soyadına sâhip klanların sözde “yönetim” örgütüne çöktüğü sözde üniversitelerde sözde eğitim gören gençlerin yılları. Bunlar geri gelmeyecek. Yazılıda doksan- yüz alıp ilçe başkanından tezkiyesi olmadığı için sözlüde elenen gencin kaybı ve kurumun bu genci alamadığı için kaybı… Bunlar da geri gelmez. Fakat en vahimi, yeteneklilerin, iyi yetişmişlerin dışarda kalması değil. En vahimi, yeteneksizlerin kurumları doldurması. İşte bu sonuncusu kurumu çökertir. Kötü paranın iyi parayı kovması gibi liyakatsiz kadrolar da liyakatliyi kovar. İşe alınmasına engel olarak kovduğu gibi, eski elemanları da mobbingle, ikrah ettirerek kovar. FETÖ dönemindeki gibi. Sonra torpil torpili çeker. İltimasla gelen de iltimasla adam almaya başlar.
Buraya kadar anlattıklarım insan düzeyinde olup bitendir. İnsan unsurunun çürüyüşü daha da tersinmez bir başka çürüyüşe yol açar: Kurumların çürüyüşüne. Kurum sadece bir zaman kesitinde, içinde çalışan insanlardan ibaret değildir. Kurumlar da tıpkı milletler gibi hem bugünleri hem de geçmişleri ve gelecekleriyle vardır. Kurum gelenektir. Liyakatlilerin girdiği, liyakat ve başarıya göre yükseldiği, en liyakatli ve başarılının yönettiği kurum… Bu silsile bir kere bozuldu mu bir daha eski kalitesine dönemez.
İnsanların kurumlara güveni de kurumların geleneğine bağlıdır. O güvenin sağlanması nesiller alır. Yıkılması için bir keyfî tayin yeterlidir. Mehmet Akif benzer bir şey söylüyor:
“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen,
“İki kazma kürek, iki de ırgat gerek.
“Ancak, hadi gel yapalım şunu geri desen,
“Bir Sinan, bir de Süleyman gerek.”
Fakat kurumlar bir Sinan ve bir Süleyman’la bile “geri yapılmıyor”.
GERÇEK KURTULUŞ SAVAŞI
Sayın muhalefet, ekonomideki çılgın gidişi altı ayda düzeltirsiniz. Kurumları nasıl düzelteceksiniz? Nesiller boyu verilen anlamsız diplomaları iptal mi edeceksiniz? Artık kıdemli hâle gelmiş liyakatsiz işgalcileri kovacak mısınız? Diyelim ki kovdunuz, yerine koyacaklarınız acaba hangi kurumda yetişti?
Daha önce de yazdığım gibi öğretmeyen, yetiştirmeyen bir sistemin mezunları sonra o sistemi işletenler, o sistemin idarecileri oluyor; o sistemin geleneğini oluşturuyor.
Mühendisine, teknisyenine, hekimine, savcısına, hâkimine güvenemeyeceğiniz ülkeler vardır dünyada. Diplomalarının hiçbir anlam ifade etmediği ülkeler. Bunların insanları liyakatsizdir. Anladık. Fakat şunu da anlayalım: Liyakatsiz insanların kadrolarını oluşturduğu sistemlerden liyakat sahibi genç eleman da yetişmez. Devre kapanmıştır. Kötü kötüyü üretecektir ve ülke alçalan bir spiral içinde çöküşe gidecektir.
Türkiye böyle bir felaket helezonuna düşmemeli.
İşte palavra değil, gerçek Kurtuluş Savaşı budur.