Sarımsak? Soğan? Zencefil? Çare ve tedavi yağıyor. Çocukluğumun İzmiri’ndeki sokak satıcılarını hatırlıyorum.
Onlar sanatkâr mıydı ne? Yoksa insan ömrüne göre uzunca bir zamanın ötesinden bakmanın nostaljisi mi öyle hissettiriyor? Gece karanlığında bozacının sesi: “Kaymak bozaaaa”. Sihirli bir sesti. Ağaçlardan yansıyınca yerden değil, gökten gelirdi. Her gün dana taklidi yaparak geçen yoğurtçu: Muuuuu. Şu satıcının her cümlesi hafızama kazınmış: Nane suyu var, kekik suyu var, filiskin suyu var. Karnındaki gazları dağıttırır, yemekleri hazmettirir.
Gayet mutedil iddialarmış demek. Şimdi olsa sadece sindirimde durmaz, kansere iyi gelir, boy uzatır, saç dökülmesini engeller ve haftada on kilo verdirirdi.
Birinci ders: Eğer bir maddenin yararları inanılmayacak kadar çoksa, muhtemelen inanmamakta haklısınız.
İLLA SARIMSAK, İLLA SOĞAN
Başka biri anlatıyor: Çin virüsten kıvranırken, bakmışlar bir köye hiç virüs girmemiş. Bir heyet incelemeye gitmiş. Ne görsünler, köy evlerinin her odasında bir soğan asılı. Sonra izah ediyor: Soğan asıldığında bütün mikrop ve virüsler soğana gidiyor ve insanlara zarar vermiyormuş. Bu mahlûkatın bacağı, kanadı yok. Nasıl gidiyorlar acaba? Onun için biz de evin her odasına kocaman bir soğan asarsak, Covid-19’un işi bitermiş. Çinliler bunu biliyor mu?
Şimdi sarımsak ve kardeşlerine dönelim. İnsanlar niçin sarımsağa bu kadar yüklenir. Tamam, Fransızlar her şeyin içine koyarlar ve iyi de ederler. Biz de yemeklerde bol bol kullanırız. Yoğurtla yendiğinde tansiyonu düşürdüğü folklorumuzda var. Şimdi bir video dolaşıyor. Sözde Bilim Kurulu Başkan Yardımcısı konuşuyor. Özeti şu: Süt, su ve tabi sarımsak. Sonra zencefil ekliyoruz ve galiba içiyoruz.(Sonuna kadar seyretmedim.) Bir şeyciklerin kalmaz, korona morona da bulaşmaz. Yakında bu tavsiyeyi İlber Ortaylı ve Mevlana’dan da duyarsınız.
KONTROLLÜ
Herhangi bir şeyin iyi geldiğini söylemek için tıp biliminde “kontrollü” deneme yapılır.
Kontrollü ne demek?
Bir grup hastaya yeni bulduğunuz ilacı verirsiniz. Mümkün mertebe ilaç verdiğiniz gruba benzeyen bir ikinci gruba da vermezsiniz. Sonra hastalığın seyrini izlersiniz. Birincide, ikinciye kıyasla anlamlı bir iyileşme varsa, tamam, o ilaç ilaçtır dersiniz. Bu deney bir değil bir sürü yerde, hastanede, üniversitede yapılır ve sonuçlar bir birini desteklerse hüküm daha da kuvvetlenir. Şimdi yan etkiler, tedavi sonrasında olup bitenler, hamileler, çocuklar, ihtiyarlar üzerinde etkileri gibi konulara yönelinir. Ama şu ilaç şu hastalığa iyi geliyor hükmü böyle verilir.
Tıp bilimdir ve bilim hüküm verirken muhafazakârdır. Genellikle “A ilacı B hastalığını tedavi eder” bile demezler. “A ilacı B’nin iyileşmesinde yardımcı olabilir” gibi cümleler kullanılır. Aslında bütün bu hükümlerin sayıya dayanan istatistik ifadeleri vardır.
…VE ÇİFT KÖR
Anlattığım, işin biraz basitleştirilmiş hâli. Bir maddeyi denemenin teorik sebebi vardır. Hatta deneyeceğiniz molekül, tasarlanmış ve üretilmiştir. Deney önce tüpte, laboratuvarda yapılır. Başarılıysa hayvanlarda denenir. Yine başarılıysa yukarda anlattığım kontrollü deneye gidilebilir.
Kontrollü deney bir gruba ilaç verirken diğerine yalancı ilaç (genellikle nişastadan yapılmış hap) vermekten ibaret değildir. Yalancı ilaca “plasebo” denir. Hasta, ilaç mı, plasebeo mu aldığını bilmez. Bunu sadece ilacı dağıtan hekim bilir. Böyle deneye kontrollü, kör deney denir.
Ya ilacı veren hekim bildiğini hissettirirse? Veya deneklerden birinin iyleşmesini istiyor ve ona gerçek ilacı veriyorsa? Bunu engellemek için bir kişi ilaç dağıtımını belirler; mesela gerçek veya uyduruk hapları kutulara koyar ve üzerlerine hasta numaralarını yazar. Sonra bu kutular ilacı dağıtacak hekime verilir. Dağıtan da hangisinin gerçek, hangisinin plasebo olduğunu bilmez. Buna çift kör denir.
Sonuçlar alınır. Dünyanın başka laboratuvarlarından da sonuçlar gelir ve karar verilir. A maddesi B hastalığının tedavisinde yüzde şu kadar (şu hata sınırları içinde) etkilidir.
MASKE İYİ DE BİR DE DEDEKTÖR TAKIN
Söylemesi kolay. Yapması zor. Düşünün, ilacın ölümcül bir hastalığa iyi gelebileceğine dair elinizde kuvvetli deliller var. Şimdi hangi hastalara kıyıp da ilaç yerine plasebo vereceksiniz?
Sarımsak, zencefil anlatanlara sorun. Kaç yüz hastaya sarımsak ve zencefil verdiniz? Yakın sayıda hastaya sarımsak ve zencefil verir gibi yapıp vermediniz ve sonuçlar sayı olarak ne çıktı? Bu deney kaç tıp merkezinde tekrarlandı? Sarımsak verdim deyip de vermediğiniz hastaları nasıl kandırdınız? Sarımsağın plasebosunu yapmak kolay değil!
Mucize tedaviler anlatanlara lütfen bu soruları sorun.
Ancak bir husus var ki deney yapmağa gerek yok: Sarımsak, sosyal mesafenin korunmasında yararlı olabilir!
Isaac Asimov, “Bilim adamının burnunda bir gayeta dedektörü vardır!” diye yazmıştı. Siz de takın.