Yüz yıl önce, bu ayın 11. Günü, General Papulas, Yunan kuvvetlerine genel geri çekilme emri verdi. O günün tabiriyle Sakarya Melhame-i Kübrası; bu küçük kıyamet, sona erdi.
Yunan ordusunun büyük kısmı Eskişehir ve Afyon’daki eski mevzilerine çekildi. Bu çekiliş sırasında Yunan, Türk askerine karşı yapamadığını sivil Türklere karşı gerçekleştirdi. Olan biteni ve bunun Türkler üzerindeki etkisini, İngiltere’nin İzmir Konsolosu Sir Harry Lamb anlatıyor:
İngiltere’nin dostu- düşmanı yoktur, çıkarları vardır
“Yunanlılar Eskişehir ve Afyon’daki eski konumlarına çekilirken yolları üstündeki her şeyi yakıp yıktılar ve tahrip ettiler.
“Yunanlılar artık gitmeleri gerektiğinin farkına varmışlardı, fakat ne pahasına olursa olsun, kim zarar görürse görsün, arkalarında bir çöl bırakmakta kararlıydılar. Zamanın ve imkanlarının elverdiği ölçüde taşıyabilecekleri her şeyi Yunanistan’a gönderdiler; Türklerin evleri ve yurtları yağmalandıktan sonra yakılacaktı. Anadolu’nun kaderi ancak kan ve ateşle belirlenecektir. Bunun hiçbir istisnası yoktur ve pat diye yok olacakların başında bizim [İngilizlerin inşa ettiği] demiryollarımız geliyor!... Yunan ordusunun Sakarya Nehri’nden çekilirken uyguladığı sistematik tahrip, evlerinin ve köylerinin yok edilişine şahit olan Anadolu köylüsünü öyle etkiledi ki o, artık Yunan’ı Anadolu’da sürmek için mümkün olan her şeyi yapmağa razıdır.“
Bu raporu İngiltere’nin İzmir Konsolosu, İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Sir Horace Rumbold’a, o da Dışişleri Bakanı, Curzon Markizi George Nathaniel’e vermiş. Bilinen adıyla Lord Curzon’a. Ben de Profesör Stanford Shaw’un, Türk Tarih Kurumunun 21 yıldır çevirtemediği “İmparatorluktan Cumhuriyete” kitabından alıp çevirdim.
Bu raporun ortanca adamı İstanbul’daki işgalin Yüksek Komseri Sir Horace Rumbold, Lamb’ın görüşüne katılmaz. O, Yunan ordusunun kazanmasını istiyordu. Dinden, imandan falan değil, İngiliz menfaatlerinden. Yıllar önce Lord Palmerstone ne demişti: “İngiltere’nin dostları yoktur; İngiltere’nin düşmanları yoktur. İngiltere’nin menfaatleri vardır!” Ve hâlâ öyleydi; bütün milletler için de hâlâ öyledir. Sir Rumbold, 21 Mayıs’ta şöyle yazmıştı:
Mustafa Kemal’i kontrol edemeyiz
“Bir taraf kazanacaksa ben Yunanı’ı tercih ederim. Yunanlılar üzerinde baskı kurmak imkanına sahibiz, fakat Yunanlılar’a karşı zafer kazanmış bir Mustafa Kemal’le ne yapabileceğimizi göremiyorum. Eğer büyük bir yanılgı içinde değilsem onu kontrol etmek mümkün olmayacaktır ve buradaki işimiz, gelecek yıllarda çok zorlaşacaktır.“
Zorlaştı da. Zafer’den sonra Çanakkale’deki üslerini yeniden harbe girmek pahasına elde tutmak istediler. Başbakan Lloyd George’un harp çağrısına sömürgeler cevap vermedi. İngiltere’nin içinde yükselen muhalefet hükümeti ve Lloyd George’un siyasî hayatını sonlandırdı. Yunan ordusunun Anadolu’da kalmasında İngilizlerin bir çıkarı daha vardı: Türk ordusunun eli serbest kalırsa Misak-ı Millî’ye dâhil olan ve Mondros ateşkes anlaşmasını ve her türlü uluslararası kanunu çiğneyerek işgal ettikleri Musul Vilayeti’ni geri almaya kalkabilirdi. Buna engel olmak için önce Yunan ordusu kullanılacak, o tükenince, Türkiye içinde isyanlar çıkarılacaktır.
Yüzyıl önceye, Sakarya sonrasına dönelim. İngiliz Genel Kurmayı, Yunan ordusunun geldiği noktayı, Harp Kabinesi’ne 1 Ekim 1921’de sunduğu raporun sonuç bölümünde şöyle anlatıyor:
Türk Milliyetçileri kazandı
“Yukarıda sayılan etmenleri göz önüne alan Genel Kurmayın kanaatince Yunan ordusu’nun Türk Milliyetçilerine karar dikte ettirme yeteneği yoktur.
…
“Bu sebepler Genel Kurmayın kanaatince Yunanlılar’ın askerо harekâta devamla kazanabileceği bir şey yoktur ve onların önündeki tek çıkar yol, üstünde pazarlık yapabilecekleri bir bölgeyi hâlâ ellerinde tutarken onu da riske sokmadan, derhal Mustafa Kemal’le barış görüşmelerine başlamaktır. “
Bu rapordan iki hafta önce, 14 Eylül’de Times, uzun bir inceleme yayımlamış ve Genelkurmay’ınkinden daha sert ifadelerle benzer sonuçlara varmıştı:
“Yunanlılar hayal kırıklığı acıdır ve belki bu acı anda bu devasa ve başarılamayacak girişime onları sürükleyenin Avrupalı güçler değil, kendi liderlerinin ihtirasları olduğunu anlayacaklardır.”
….
“Türk Milliyetçi liderinin Doğu’daki itibarı, Yunan başarısızlığıyla güçlenmiştir.”
Nihayet sıra, başlıktaki soruya geldi: Sakarya Muharebesi’nin tarafları kimlerdi. Bir tarafta Yunan vardı. Karşısında kim vardı? Muhakkak ki Osmanlı Devleti veya Osmanlı güçleri değil. Tam tersine, bunlar ve Teali İslam (İslam’ı yükseltme) Cemiyeti gibiler “Yunan ordusu Halifenin ordusudur.” mealinde ilanlar yayımlıyor; Yunan, uçaklarla, bunların yazıldığı kâğıtları ve kendi ürettikleri yazıları Türk köylerine atıyordu. (https://millidusunce.com/misak/kurtulus-savasimizda-ihanetin-bir-belgesi-daha/ )
O halde kimdi Yunan işgaline direnenler?
Bir taraf Yunan da, öbür taraf kim? Shaw’un, Sakarya ile biten 3-1 cildinde bu soruyu aradım. Acaba Avrupa basını, görevlileri, siyasiler, komutanlar, Anadolu’da Yunan’ın karşısına çıkan güce ne diyordu. Şu ibareleri aradım: Osmanlı, Türk, Müslüman, milliyetçi, Türk milliyetçi. Sadece o ciltteki, 383 büyük sayfadaki sonuçlar şöyle:
Türk 1831; Osmanlı 243; Müslüman 95
İsimlerden başka sıfatları da saydım:
millî 1073; milliyetçi: 221; Türk milliyetçi: 117; Kemalist: 89.
Bu kelimeler bugün bambaşka anlamlara geliyor. Bambaşka anlamlara getirildi. Türk demekten, Türk milliyetçisi demekten, utanır olduk.