Benim genç yazar-editör arkadaşlardan biri, bir yazım için, “Kaleminize sağlık.” dedi. Bu yazının ilhamı onun bu sözüdür.
Kalem hâlâ kullanılıyor, fakat yalnızca not almak, imza atmak için. Köşe yazısından makaleye, oradan romana, kalemle yazan kalmadı.
“Kalemine sağlık”ın içi boşaldı. Ancak “Daktilona sağlık.” denilmiyor. “Bilgisayarına sağlık.” da… Onun için hâlâ “kalemine sağlık.” Bu yazım da öyle kelime ve ifadelerle ilgili. Anakronik kelimeler, kavramlarla. Maksadım, “Biz bir zamanlar pirinç değirmenlerle evde kahve öğütürdük.” gibi nostalji eylemek değil. Öğütürdük öğütmesine ancak hedefimde, hâlâ kullandığımız fakat eski işlevini ve anlamını kaybetmiş sözler var. Gerçek hayatta artık karşılığı bulunmadığı hâlde kullanmaya devam ettiğimiz sözler...
Kalemi bırakmadan, “özel kalem”, “mahkeme kalemi” gibi terimleri de sayalım. Oralarda artık kalem yok. Bilgisayarlar daktiloları da kovalamış.
GÖREVİMİZ ALKIŞ TUTMAK
Böyle şeylerden söz etmek hoşuma gidiyor. Fakat insanlar siyasi yazıları seviyor. Vurdulu kırdılı yazılara bayılıyor. Hele hem siyasi hem vurdulu kırdılı ise tadından yenmiyor. Çifte kavrulmuş oluyor. Ben de müşteri talebine uyup bu noktadan itibaren anakroni ve nostalji hislerimi siyasete çeviriyorum.
Siyasette anakronik kelime deyince aklıma en başta partilerin “grup toplantısı” geliyor. Toplantı ne demek? Birtakım insanlar, görüşmek, tartışmak, danışmak için bir araya gelir. İşte bu toplantıdır. Yok bir kişi çıkar, bir grup insanı karşısına alıp onlara vaaz verirse buna toplantı değil, nutuk veya vaaz denir. Vaazı veren hoca ise muhtemelen Cuma’dasınızdır. Yok, vaaz veren genel başkansa buna “parti grup toplantısı” deniyor. Parti grup toplantısında olduğunuzdan emin olmak için dikkat ediniz. Dinleyenler muayyen aralıklarla hep birden alkış tutuyor mu? O zaman garanti, bu bir parti grup toplantısıdır. Bazılarında muayyen aralıklarla değil, devamlı alkış vardır. Bu durumda Türkiye’de mi Kuzey Kore’de mi olduğunuzu kontrol etmelisiniz. Türkiye’deyseniz yine parti grup toplantısıdır bu.
MİLLEYVEKİLLERİNİN DE FİKRİ OLABİLİRMİŞ
Şaka bir tarafa, bir zamanlar parti grup toplantıları gerçekten toplantıydı. Yani TBMM’de temsil edilen bir partinin meclis grubu üyeleri, kendilerine ayrılmış salonda toplanır, ülke gündemini, siyaseti konuşur, tartışırdı. Basın, toplantıya ilgi gösteriyorsa, fotoğraf ve televizyon kameraları toplantı salonuna alınır, bir müddet çekim yapar, sonra salonu terk ederlerdi. Toplantı şov yapmak için değil, gerçekten gündemi tartışmak, fikir alışverişinde bulunmak içindi. Genel başkan konuşurdu konuşmasına ama diğer milletvekilleri de konuşurdu. O günlerde milletvekillerinin de bir fikri olabileceği düşünülürmüş zahir. Onların fikirlerinden de yararlanılabileceği varsayımı yapılırmış. Yani toplantılar, gerçekten toplantıydı.
Şimdi adları hâlâ parti grup toplantısı ama artık toplantı değiller. Milletvekilleri salona gelip oturuyor. Televizyon kameraları da geliyor. Nihayet genel başkan çıkıyor ve sert bir konuşma yapıyor. Nedense hep sert bir konuşma oluyor. Ne kadar sert o kadar iyi. Genel başkanların kendi konuşmalarını yazdıkları pek nadirdir. Onların konuşma yazarları vardır. Aldıkları talimata göre sözleri sertleştirirler. Bu hafta hangi kelimelerle sertleşmeli? Bazı partiler için “Bu hafta nasıl küfretmeli?” demek daha doğru. Yazarın asıl problemi budur. Yazar, her hafta bu problemi yeniden çözer. Sonra genel başkan vaazını verir.
Milletvekillerinin görevi alkışlamaktır. Alkışlamanın süresi ve şiddetinde bir birlerinden geri kalmamaya dikkat ederler. Bütün bunlar televizyon içindir. Nihayet kameraları gider. Toplantı biter.
Aşikâr ki bu bir toplantı değildir: Nutuktur, vaazdır, gösteridir. Ama buna, hâlâ 1980 darbesinden önceki benzer etkinlikler gibi, “parti grup toplantısı” diyoruz.
MİLLETVEKİLİ Mİ LİDER VEKİL Mİ?
Bir anakronik terim de “milletvekili”. Hepimiz ve milletvekilleri de biliyor ki bizdeki seçim artık iki kademelidir. Önce lideriniz sizi seçer, sonra seçmenler, liderinizin seçtiklerini, liderin öngördüğü sıra ile seçer.
Yine 1980 darbesinden önce böyle değildi. O zaman partiler önseçim yapar ve milletvekili aday listeleri önseçimle belli olurdu. Yani aday koyma ve adayları listede sıraya koyma inisiyatifi, liderin değil, teşkilatındı. Kanunla veya centilmen anlaşmasıyla, genel merkez kontenjanı diye bir kontenjan da vardı. Bu kontenjanla teşkilat genel merkeze, “Peki, şu kadar adedi de sen seç.” diyerek hakkının bir kesrini merkeze verirdi. Ön seçim yapmayan partiler de vardı ama onlara hastalıklı gözüyle bakılırdı. Şimdi ön seçim hâlâ mümkün, fakat bunu yapan partilerde bir gariplik olduğu düşünülüyor.
Bu gerçekler göz önüne alındığında, milletvekili kelimesi de bir bakıma anakronik. “Lider vekili”, belki gerçeğe daha yakın.
Ne dersiniz?