Merih Demiral’ın, sevindiğimiz golünden sonra yaptığı bozkurt işareti geçen haftayı doldurdu. Bırakın kurdu hele boz renklisini, Türk kelimesi sarf edildiğinde bile asabı bozulup “Irkçı! Irkçı!” diye çığlık atmaya başlayan çevreler, sağ olsunlar, tartışmayı daha da şiddetlendirdi. Bir Türk milliyetçisi olarak hem Demiral’a hem aleyhtarlara teşekkür ederim. Aleyhtarlar olmasaydı bu konu bu kadar alevlenmezdi. Onların sayesinde bozkurt hatırlandı ve bu sembole duyulan sevgi yükseldi, yayıldı.
Tartışmalar sayesinde yıllar önce TRT’nin bir millî mücadele gazisi ile yaptığı röportaj akla geldi ve sosyal medyada tekrar tekrar yayımlandı. M. Ali Soy, Kuvayı Millîye’den başlayarak millî mücadelenin her aşamasında bulunmuş bir gazi. Nihayet Büyük Taarruz’da, Tınaztepe’de kolunu kaybetmiş. O anlatıyor. 26 Ağustos, gece, sabaha karşı cepheye doğru yürüyüşteler. “Sancağımızın önünden bir kurt geçti. Asker bağırdı, ‘Zafer bizimdir!’” (https://bit.ly/TRTkurt) Bu röportajı daha önce görmemiştim. Epey eski olmalı. Görüntü siyah-beyaz. Renkli televizyon bize 1980’lerde gelmişti…
ALİ BEG HAKİM
O program beni daha da eskilere götürdü. Kendi gençliğimden bir kurt hikâyesine, 1960’ların başındaki İzmir’e. 1961 veya 62 başı olmalı. Henüz üniversiteye başlamamışım. Biz, Türk Ocaklı gençler, Salihli’deki Kurtuluş Mahallesi’ni ziyarete gidiyoruz. O mahallede Doğu Türkistan’lı Kazaklar oturuyor. Bir otobüs dolusuyduk. Ali Beg Hakim’in oğlu Hasan Oraltay da bizim İzmir grubundan. Daha yolda havaya girmiştik. Dilimizde Stalin’in 1938’de kurşuna dizdirdiği Süleyman Çolpan’ın mısralarıyla bestelenmiş, ağıt havasında duyduğumuz, marş gibi söylediğimiz şarkı vardı:
Güzel Türkistan senge ne boldu?
Sebep vakitsiz (ah) güllerin soldu
(Ah. Güllerin soldu.)
Bilmem niçin kuşlar ötmez bahçalarında
(Ah bahçalarında)
Mahalleye vardık. Kurtuluş Mahallesi sakini Kazaklar, Çin zulmünden kaçıp Ali Beg Hakim’in önderliğinde, at üstünde Himalayaları aşıyor. İlk durakları Hindistan. Oradan Suudi Arabistan’a, oradan da hedeflerine, Türkiye’ye ulaşıyorlar. Yolda başlarından birçok meraklı hikâye geçiyor. Mesela kendilerini gözlemek için alçaktan uçan Çin uçaklarına kement atışları...
NİÇİN GELMİŞLER?
Mahallenin gençleri de bizi türkülerle karşıladı. Bir delikanlının, müzik eşliğinde Kartal oyunu oynadığını hatırlıyorum. Kartal kanatlarının sert hareketlerinin temposunda bir müzik ve o kanatlar gibi inip kalkan kollar.
Yemek vakti geldi ve bizi başkanlarının evine buyur ettiler. Ali Beg Hakim’in torunları o evi şimdi müze yapmış. Beg, at etini kendi eliyle taksim edip bize ikram etti. Misafirler oturuyor, o ayakta. Bu “ağalık” Anadolu’da, Türkmenlerde ve Yörüklerde de vardır. Ağa misafirleri ağırlar. Ayakta ve kapıya yakın durur. İkramları eliyle yapar. Sonra Beg, 60 yıl sonra bile aklımdan çıkmayan kısa konuşmasını yaptı. Bir dertlenişti konuşması. 1960 darbesi henüz tazeydi. Darbe taraftarları, sevmediklerine “kuyruk” diyordu. Başını ezdikleri Demokrat Parti’nin geride kalmış kuyruğu anlamında. Etraftan bizim Kazaklara, “Bunlar kuyruk.” diyenler varmış. Bir kısım siyasî İslamcı da – evet o yıllarda da varlardı – “kurtçu” sıfatını yakıştırmıştı. Ali Beg Hakim, o güzelim Kazak şivesiyle anlattı:
“Biz Altaylardan buraya, burada Demokrat Partiyası var diye, Halk Partiyası var diye mi geldik? Biz buraya, burada uluğ Türük milleti var diye geldik.”
10 000 KİLOMETRE VE BİN YIL ÖTEDEN
Sonra kurt: “Biz ava çıktığımızda önümüzden tavşan geçerse uğursuzluk sayarız. Kurt geçerse uğur sayarız.”
M. Ali Soy gazimizin anlattığı “Sancağın önünden kurt geçti. Asker, zafer bizim, diye bağırdı.” hikâyesi ile Kazak lider Ali Beg Hakim’in bu sözleri… Arada 10 000 kilometreden fazla var. Google Haritalar’a baktım. Urumçi-Salihli diye. 14 800 km gösteriyor ve onların rotasını işaret ediyor: Himalayalar, Hindistan, Arabistan ve Türkiye. Kültür zamanı bakımından da mesafe bin yıldan fazla. Biri Türk dünyasının doğu ucu, diğeri batı ucuna yakın. Aynı tema, aynı değerlendirme! Türk- Kurt ilişkisine burun kıvıranlar utanmakta serbesttir. Ayıplamayız. Cahillerde normaldir, anlayışla karşılanması gerekir.
Bu hatıralarda adı geçenlerden dünyamızda kimse kalmadı. Ben de toparlanmadan nakledeyim dedim. Sevenlere eyvallah. Hoşlanmayanların canı sağ olsun. Yalnız, insanların milletlerini, millî sembollerini sevmelerine; destanlarına, masallarına duydukları ilgiye “ırkçılık” demesinler. Yalan oluyor, ayıp oluyor. Biraz kültürlenmek ve bilgilenmek için hemşehrim Yılmaz Özdil’in kurt videosunu açsınlar: https://bit.ly/ozdilkurt . Onu seyretsinler, biraz öğrensinler.